Blog başlığındaki "+40" UYARISINI GÖRDÜNÜZ MÜ?

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.

Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.

Tedbir olarak yanınızda sağlık ekibi bulundurunuz veya çıkınız! +40 :))

İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.


Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Yazılarımı ırkçı, etnik,dini ayrımcı bulanlar, Atatürk'e yapılan 26 Kürt isyanı, 25 suikastın arkasında ve 30 yıldır, 50.000 insanımızın ölümünde Kürt Yezidiliği ardında saklanmış gayrimüslüm azınlıkların olmadığını ispatlasın.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

6 Nisan 2012 Cuma

TAPINAK FAHİŞELİĞİNDEN TARİKAT FAHİŞELİĞİNE


TAPINAK FAHİŞELİĞİNDEN TARİKAT FAHİŞELİĞİNE

Sümer Mitolojisi ve Dininde Tapınak Fahişeliği;

Tapınak fahişeliği adı üstünde “Tanrı-lara Adanmış Yapılar” olan mabetlerde “ibadet” kastıyla yapılan, yağmurun toprakla birleşerek tabiata yaşam vermesinin ifadesi olan “Bereket Ayinlerinde” icra edildiği bilinen cinsel ilişkilerin zamanla, tapınak görevlilerine gelir sağlamaya dönüştürülmüş, aşağılanmış adıdır. Kökeni de her dinin kökeni olduğu kabul gören Sümer dinidir. Yaratılış Efsanelerinin İlki olan Sümer Yaratılış Mitolojisi de bu dini ve ibadet şekillerini belirlemiştir.

Sümer medeniyetinin Akad’lı komşularınca çökertilmesini takiben bölgede sırasıyla Babil, Pers (Medler), Asur ve tekrar ikinci Babil medeniyetleri yaşandı. Bu medeniyetlerin kültürleri de Sümer dini kültürünün etkisi altında şekillendiler.
İnanna tapınakta tahtına oturmuş
müşteri beklerken

Sümer dinini sırasıyla, Akad- Babil, Med (Medya-Eski İran), Hitit, Pers (Eski İran), Mısır, Hint, Asur (Eski Suriye), Fenike, Yahudi (Tevrat, Zebur), Grek Mitracılığı, Grek-Mısır Hermetizmi, Grek-Mısır Serapis dini, Yahudi Hıristiyanlığı/İsevilik ve ondan doğan İslam dinleri takip etmiştir.

Sümer, Akad ve Babil’in yaratılış destanı olan Enuma Eliş Destanında, göklerde olan büyük bir savaş, su tanrısı Enki/Ea’nın oğlu Marduk’un usta savaşçı yetenekleri ve bilgeliği ile kazanılınca Marduk baş tanrı olur, tanrıların ve gök cisimlerinin yerlerini ve görevlerini belirler. Efsanede bu gök cisimleri “tanrılar“ olarak da anılır.

Marduk’un yaptığı düzenleme kısaca şöyle işlenir;

“O, sıkıca büyük tanrıların yerini tayin etti,
Yıldızları kendi benzerliğinde Lumali’yi kurdu,
Yılı düzenledi ve (göksel) biçimlerini tayin etti,
Her üç yıldız için “12” ay tayin etti,
Yılın başladığı günü işaretledikten sonra..” şeklinde devam eder.

İleriki dönemlerde tanrıların görevleri değişir, çocukları olur ve Sümer’leri takip eden medeniyetler de bunları kendi hesaplarına göre düzenlerler.
Babilliler, Sümerlerden aldıkları tanrılarına onlardaki dini külte uygun olarak gök cisimlerinin adlarını verdiler.
Buna göre;
Babil’in baş tanrısı olan Sin Ay ile,
Şamaş, Güneş,
Marduk, Jüpiter,
İştar/İnanna, Venüs,
Nirig, Satürn (Jensen’e göre)
Nabu/Nebo, Merkür,
Nergal, Mars gezegenleriyle anıldılar.

Yılın ayları da bundan nasibini aldılar. Şöyle ki;
Kova burcundan Şebat yıldızı da Ocak-Şubat aylarına, İştar/İnanna’ya verilen “Nin-si-anna” adından “Nisan” adı türetildi ve “Nisan” adı, Mart-Nisan, İku, Şivan’da Marduk’un yıldızıydı ve Mayıs-Haziran aylarına, Tammuz/Temmuzu, Depinu ayına yani Haziran-Temmuz aylarına, Yay burcunun yıldızlarından olan “Ab” Ağustos-Eylül, Nibiru yıldızı, Tisri ayına yani Eylül-Ekim aylarına, Aslan burcunda bir yıldız olan Şarru yıldızı Tebet/Tebbet ayına yani Aralık-Ocak aylarına adlarını verdiler. Marçesvan (Marcheswan), İnanna ve Marduk’a aynı anda ait olan yıldız Rabbu da bunlar arasındaydı. Bu aylar listesinde eksik olan “Kasım” ayı da bu yıldızlardan biri ile eşleşmiş olsa gerekir.

Gök cisimlerine, yani güneş, ay, ilk yedi gezegen, on iki burçta bulunan yıldızlara tapınma böyle başladı. Günümüze kadar çıkacak olan birçok dine kaynak olacak dini kültür bu medeniyetler çağında şekillendi.
Tanrılar için “Ziggurat” adı verilen piramidi andıran tapınaklar yapıldı. Tapınaklar sadece “tanrıların ikâmetleri” için yapıldığından halka kapalıydı. Tanrılar tapınaklara indiğinde onlara kurbanlar, sunular, adaklar, yiyecek, içecek ve her türlü ihtiyaçları tapınak görevlilerince karşılanıyordu.

Tanrıların gerçekte belirli bir şekilleri yoktu, her şeye geçebilen yeteneklere sahiptiler ama insanlara görünen belirli şekilleri ise, çoğunun başlarında, öküz, koç, keçi, geyik gibi hayvanların boynuzları olan, insan biçiminde, yiyip içebilen, madenlere düşkün, cinsel ilişkilere girebilen, uzun yaşayan ancak öldürülebilen varlıklardı.

İnsan şeklinde göründüklerinde erkek, kadın, kadın görünümlü erkek, erkek görünümlü kadın olmanın yanında homoseksüel veya lezbiyen cinsel ilişkilere düşkündüler ve “akraba ayırmaksızın” sınırsız cinsel ilişkiler yaşayabiliyorlardı.

Tanrıların böyle bir “ahlâk ya da ahlâksızlık” yaşamlarına sahip olmaları, onların kendilerine “kul/köle” yarattığı insanlar için de örnek teşkil ediyordu.

Greklerde Tapınak Fahişeliği M.Ö.5.yylar.
İstanbul'u kuracak olan Bizas fahişelerle tapınakta
Tapınaklarda görev yapanlar; Rahipler, rahibeler, oğlanlar, sübyanlar (cinsiyeti belirginleşmemiş fahişeler), gılmanlar (çocuk eşcinsel hizmetçiler), vildanlar/civanlar (eşcinsel kadınsı erkekler), çalgıcılar, şarkıcılar, ağıtçılar, heykeltraşlar, yıldızbilimciler, falcılar, büyücüler (simyacılar), matematikçiler gibi birçok dallarda uzmanlaşmış insanlar görev yapmaktaydılar. Bunlar tapınakların inşaatları, bakım, onarım, temizlik gibi işlerini yapmalarının yanında sadece tanrılara hizmet veriyorlardı.

Sümerolog Muazzez Hilmiye ÇIĞ’ın “İnanna’nın Aşkı” adlı tiyatro tarzı çalışmasında bir Sümer tapınağı şöyle tanımlanır;

“Bir Sümer tapınağının içi;
 İki tarafta renkli mozaiklerle süslenmiş yuvarlak sütunlar, ikisinin arasında, biraz arkada bir niş içinde Tanrıça İnanna'nın heykeli. Önünde bir sunak bulunuyor. Sütunların ön kısmında, bir tarafta Sümerli kıyafetleri giymiş kadın ve erkeklerden oluşan koro, diğer tarafta arp, lir, flüt ve def çalan çalgıcılar var. Ayrıca bir kaç çeşit davul ve davulcu. Koro şarkısını söylerken içeriye kadın kılığına girmiş, boyunlarına renkli eşarplar bağlamış erkekler (Köçekler), erkek kılığına girmiş kadınlar, başları örtülü ve açık rahibeler, kırmızı giysileri içinde günah çıkaran rahipler, ellerinde iki yüzlü balta, kılıçlar, mızraklar tutan rahipler (ellerindekileri kaldırıp indirirler), çember taşıyan, renkli iplerle ip atlayan kadınlar ve erkekler…”


İnanna Ay tanrısı Sin’in kızıdır ve sayılan sıfatlarının başında babasından sonra hemen “fahişeliği” gelir;
“Ay Tanrısı'nın ilk kızı İnanna'ya selam deriz!
Göğün kutsal fahişesine selam deriz!”

Kutsal Fahişe Kültünün sürdüğü  İştar tapınaklarından
Birisinde Nemrut döneminde yapılmış duvar ikonu
Anadolu 

Ve Tapınak fahişelerinden şöyle bahsedilir;
Erkek olan kadınlar,
Kadın olan erkekler,
Önünden geçer, sana selam deriz!
Kadın fahişeler,
Erkek fahişeler önünden geçer, sana selam deriz!
Sümer halkı önünden geçer, sana selam deriz!...”

Günümüz Kürt Yezidilerinin ruhbanlarının başında gelen “köçekler” de kadın elbisesi giyip tef çalarak ayinler yaparlar. 

Batı Karadeniz ilimiz olan Sinop, eski Venüs tapınağının olduğu ve “Tapınak Fahişeliğinin” yaşandığı bölgedir. Burada da halk oyunları arasında erkeklerin (köçeklerin) kadın elbisesi giyip dans etmeleri halen yaygındır ve Sinop civarı Kastamonu, Bolu taraflarında ve İstanbul’a yerleşmiş olanları da bu gelenekleri sürdürmektedir.



Ancak kadınların “erkek kıyafeti” giydikleri oyunlara pek rastlamadım. Demek ki kültün bu tarafı kaybolmaya yüz tutmuştur.

Bu arada tanrıların da evliliklerinde eşlerini “köle olarak alıp almadıklarını “ ifade etmelerine tanık olmaktayız. Dinlerde kadının “maldan, mirastan yoksun edilmesinin” kökleri hep bu Sümer tanrılarına çakılıp kalıyor. 

Dumuzi, evlendiği İnanna’ya;
“Dumuzi:
Sevgilim, seni kölelik için istemiyorum.
Masan bolluk masası olacak…” Tanrıça bile olsa “gelin gittiğinde” kocasının kölesi olabilmektedir. Zaten, İnanna, cehenneme kardeşini ziyarete gittiğinde, saltanatını elinden alacak korkusuna kapılan kız kardeşi Ereşkigal’in tuzağına düşüp öldürüldüğünde, “ruhu “ ile yardım istediği babası, Sin’den Dedesi ve kocası Anu’ya kadar kimse yardımına koşmaz ve sadece Amcası Ea/Enki ona yardım edecektir. Bu da Sümer tanrılarının pek “kadına yardım etmeye pek düşkün” olmadıklarını bize göstermektedir.

Tanrılar, insan veya hayvan kurbanların kanlarını içer, kalp ve beyinlerini yerlerdi. Bazılarını hizmetçi/köle/kul olarak da çalıştırırlardı. Kendilerine adananların ailelerinin “ilk doğan” çocukları ve hayvansa “ilk doğan hayvanları” tercih ederlerdi. Gerek tapınaklara adanan çocuklar olsun gerekse tanrılara kesilecek kurban hayvanlar olsun “ilk doğanlardan” olmasına önemle dikkat edilirdi.
Yahudilerin yaptığı tanrıları Yahweh (Yahve) resmi.
Adanmış (Kurban) Levili'yi boğmuş kanını içecek!
Tevrat’ta Yahudi tanrısı Yahweh, Yahudilerden “insan kurbanını” ve “ilk doğanların kendisini adanmasını”  kaldırırken, daha “kılsız” vücuda sahip olan Levi soyunu bu işle görevlendirmiştir. Tevrat Levililer bölümünde bu geniş açıklamalarla anlatılır.
Hazreti İsa’nın annesi Meryem de ailesinin beklediği “ilk erkek çocuktur”, ancak kız doğunca da gene “ilk doğan”  olduğundan tapınağa bağışlanmıştır. İslam’da “hayvan kurbanının” sürmesinde bu özelliklerin geçerli olduğu inancındayım.
Bir Babil metninde “hayvan kurbanının gerekliliği” şu ifadelerle açıklanmaktadır;

İki dilde yazılmış bir tablet metninde yine hasta bir adamın iyileşmesi için oğlak vb. türü genç hayvanların kurban edildiğini okuyoruz. Bu tabletteki metin aşağıdaki sözlerle sürmektedir;
Besi hayvanları insanlığın başını kurtarması içindir,
Besi hayvanları ona (insana)  hayatı için verilmiştir,
Besi hayvanları ona başı için verilmiştir.
Besi hayvanları ona ensesi için verilmiştir.
Besi hayvanları ona göğsü için verilmiştir.”

Bu ifadelerden hayvan kurbanı ile insanın, kendini kurban olmaktan kurtardığı anlaşılmaktadır.
Kurban kısmını da geçtikten sonra konumuza dönelim. 


Tapınaklarda cinsel ilişkiler, dini müzik eşliğinde ayinlerle yapılmaktaydı. Cinsel ilişki aynı zamanda toprağın verimliliğinin de timsaliydi. Bu yüzden M.Hilmiye Çığ, “Ürünlerin b bolluğu, toprağın ve dölyatağının” verimli olmasına bağlıydı. Bu da cinsel istek ve güç ile olabilecekti. Sümerliler, cinsel güce “kalbin suyu” demişlerdi” demektedir.

Tanrıça İle Cinsel İlişki;

 İnanna- Dumuzi evliliğinde “çiftçinin toprağını sürmesi ile” ifade edilir;
“İnanna:
Kim benim tarlamı sürecek
Kim benim nemli toprağımı sürecek?
Dumuzi:
Ben süreceğim senin tarlanı,
Kral Dumuzi sürecek tarlanı,
Ben süreceğim nemli toprağını.”

Sümer tapınağında bulunan
İnanna'nın "Kutsal Evlilik Ayini" temsili resmi

Dünyanın her yerindeki kavimlerin mitolojilerinde toprağın “döl yatağı” olduğu, tanrıların ve insanların topraktan doğduklarına dair çok sayıda mit vardır. Bu Greklerde Gaya, Mısır’da Geb’tir. Böyle olunca cinsel ilişki de kutsallık kazanmaktaydı.

Anadolu’da yapılan kazılarda odalar dolusu çanak çömlek gibi pişirilmiş topraktan yapılmış “erkek cinsel organları” bulunmuştur ve yapılan tablet çevirilerinde bu heykelcilerin toprak sürülürken toprağa bereket getirmesi için ekildiği öğrenilmiştir. İçlerinde yağmur sularını barındıran bu heykelciklerin, yazın sıcağında buharlaşma yolu ile toprağı nemlendirmede etkili olduğu bilim adamlarınca açıklanmaktadır.
Ülkemizin sembolü olarak gösterilen Ba’al/Bel (Bel-Erkeğin beli adını ondan almıştır.) ya da Bes heykelcikleri halen kartpostallarda yer almaktadır. 


Bu dinlerde cinsel ilişkinin “insan üremesindeki önemi” yüzünden erkek ve kadın cinsel organları da kutsaldılar ve onlara tapınma yaygındı.

Her milletin “beyi” aynı zamanda o milletin babası, eşi de anasıydı. Öte yandan herkes birbirinin, babası, oğlu, kızı, dayısı, baba kızının kocası, ana, oğlunun karısı, dede torununun kocasıydı. Böylece her kavim “soyundan geldikleri tanrının ırksal özelliklerini korumuş oluyordu.

Bu da “Milliyetçiliğin kökeninin dinler olduğunu göstermektedir.
Tapınak rahip ve rahibeleri bu işin beyinleriydiler. Zamanla tapınaklar yalnızca “tanrılara hizmet veren” kurumlar olmaktan çıktılar. Çünkü her kavim kendi tanrısından üremişti ve başka kavimlerle işgaller, tecavüzler sonucu ilişkiye girilerek yapılan melez çocuklar, “ırksal özelliklerini korumak, melezleşmemek için” önceleri öldürülüyordu.

Hint/Aryanların sürgün ve göç haritaları
Sonraları bunlar, tehlikeli yerlere sürülmeye başlanıldılar. Deniz aşırı yerlere, çöllerin arka taraflarına, azgın nehirlerin karşı taraflarına sürülerek yaşamalarına izin verilmeye başlanıldı. Örneğin, günümüz Trakya bölgesi yani Greklerin olduğu bölge eski dinlerde “Cehennemin ağzının olduğu yerdi”. Grekler de cehennemin ağzına düşüp yok olsunlar diye sürülmüş kavimlerdi. Onların sürgünlüğü Karadeniz’in sularını tutan dağların yıkılması sonucu, Akdeniz çukuruna dolan sularla iyice “ilahi” bir özellik kazanmıştır.

Sürülen kavimler geldikleri kavimlerin tanrılarınca da dışlanmış sayıldıklarından kendilerine yeni tanrılar bulmak zorundaydılar ya da inançsız olmak durumuna düşürülmüş oluyorlardı.
Tanrılar insanlardan başka üstün yeteneklere sahip dev ve cüce cinler/şeytanlar da yaratmışlardı.


Eski kavimler bunlara tapmazlardı. Sürülen bu kavimler kendilerinden üstün yaratılmış olan bu dev ve cüce cinlerden yardım alabilmek, kendilerine koruma sağlayabilmek için onlardan medet umma yolunu tercih etmeye başlamışlardı.
Sümer mitlerinde gene M.H.Çığ’ın “İnanna’nın Aşkı” çalışmasında cinlerin özellikleri şöyle tanımlanır;

“Cinler:
Biz ne yemek biliriz,
Ne içmek biliriz.
Elimize geçeni kırar dökeriz.
Karı, çocuk bilmeyiz,
Çiftleşmekten zevk almayız.
Yeraltından kaçanı,
Nerede olsa buluruz.”
Bazıları da hiç birisine tapmıyordu. Bu yüzden “Tanrı tanımazlık ve Cin/Şeytanlara tapınma” kültü doğmuştur.
Çin Hakanı CÜCE (MECÜC) Ciniyle

Öte yandan “budunculuk veya kavmiyetçilik” ilkesi gereği “akraba ayırmaksızın” yapılan evlilikler sonucu toplumlarda “bedeni sakatlıklar, bulaşıcı hastalıklara karşı dirençsizlikler” de kendini göstermeye başlamıştı. Yani insanların “bağışıklık sistemleri” çökmüştü.

Rahipler de buna çözüm olarak “Tapınak Fahişeliği Kültüne” yeni yorumlar kattılar.
Tapınak fahişeleri kadın, erkek, çocuklardan oluşmaktaydı ve ilişkiye girilen erkekler kesinlikle “yabancı” olmalıydı ve karşılığında da “ücret” alınmaktaydı.
Yabancılarla ilişkiler sonucu doğan çocuklar da tapınak görevlisi olarak “fuhuş hizmetinde” görev alıyorlardı.

Babilliler, İştar’ın tapınak penceresinde “yabancı erkek bekleyen” bir ikonunu hemen üretivermişlerdi.
İran, Grek, Babil, Asur, Mısır kültlerinde bu “melez” ürünlerle halkın ilişkilere “ücret karşılığı” girmeleri sağlanarak da “bağışıklığı arttırılmış üstün ırk” çocuklara sahip olmanın yolu da açılmış oluyordu.
Haftanın belirli günlerinde halk haftalık gelirlerinin belirli bir kısmını tapınağa bağışlamaya zorlanıyorlardı. Tapınaklarda ilahiler eşliğinde yapılan cinsel ilişkiler,  günümüz aile kutsallığına, namus kavramına tamamen zıt, ters ilişkilerdi.
Tapınağa davet edilen yabancı bazen eşcinsel olabiliyor ve kadın/kız istemiyordu. Bu durumda da eşcinsel rahipler, gılmanlar onlara hizmet ediyorlardı. Elbette “ücreti mukabilinde”.

Bu tapınak rahip ve rahibeleri toplum içine çıktıklarında ise “kara çarşaf-peçe” ve benzeri giysilerle örtünüyorlardı. Halk onların din görevlisi olduğunu kıyafetlerinden ayırt edebiliyordu. Bir Babil tapınağında görevli bir kadın, baş kısmını bütünüyle örttüğü gibi, yüzüne “yedi kat peçe” örter, altına da “on kat etek” giyerdi. Halk da tapınak görevlilerini andırır şekilde örtünüyordu ama halkın örtünmesi daha açık veya şeffaf kumaşlardan yapılıyordu.

Ay Tanrısı Kültünde İnanna’nın Yeri;

Enlil’in Zina/Tecavüz ilişkisinden doğan Ay Tanrısı Sin’in Kızı Tanrıça İnanna Kendisini Tanıtıyor;
Yukarıda “İnanna” bahsinde dikkatinizi muhakkak ki çekmiştir. İnanna hem göklerin ve yerin kutsal fahişesidir. Hal böyleyken de her daim “bakiredir.”
Tapınak Fahişeliği Kültünün yaşandığı piramit tarzı tapınak Ziggurat!
Milattan sonra III.yüzyıllara ait olan bu kısa risale, Mısır’da Nag Hammadi kütüphanesine 1945 yılkında bulundu. Bilim insanı George MacRae  bu risalenin adını “The Thunder and Perfect Mind” yani (Gök Gürültüsü ve Mükemmel Akıl) koydu. MacRae bu belgenin sınıflandırılmasını zor olduğunu ancak ne Hıristiyan ne Gnostik (Sabi,Mecüsi, Zerdüşt, Mitracılık) ne de Yahudi dönemlerine aitti. Bunlardan çok daha eskiydi demektedir.

İnanna
Güç tarafından gönderildim
Ve üstüme yansıyana geldim,
Üzerime bakınız, siz benden yansıyansınız,
Ve işitenler işitin beni.
Kendinize götürmek için beni bekliyorsunuz
Ve beni görüşünüzden uzak tutmayınız.
Ben ilk ve sonum,
Ben onurlandırılan ve aşağılananım.
Ben fahişe ve kutsal olanım…
Ben anlaşılabilir sessizliğim,
Ve sıklıkla hatırlanan düşünceyim.
Ben çoğaltılmış olanın sesiyim,
Ve çok yerde ortaya çıkan sözüm.
Ben adımın telaffuzuyum…
İlk ve son olduğum için,
Onurlandırılmış ve kutsanmış biriyim
Ben fahişe ve kutsal olanım,
Ben karı ve bakireyim,
Ben (anne) ve kızıyım,
Ben annemin azalarıyım,
Ben anlaşılabilir sessizliğim,
 Ve hatıraları sık sık beliren fikirim,
Ben çok çalınan ses, görüntüsü çok olan sözüm,
Ben, “gök gürültüsü ve mükemmel akıl” olan adımın söylenişiyim. “The Thunder and Perfect Mind” dan alıntıdır. Nag Hammadi Kütüphanesinden.
Silahlarını kuşanmış Savaşçı İnanna Kuş donunda aslanıyla

Bu nasıl oluyordu?
Bütün mitolojilerde, tanrılar ve tanrıçalar yaralandıklarında yaraları kendiliğinden çok çabuk iyileşebildiği gibi, kadınların da bekâretleri ilişkinin ardından hemen yenileniyordu. Vücutları böyle üstün özelliklere sahipti. İşte, M.Ö.3000’lerde Gudea Silindir mühürlerinden Sümerolog Samuel Kramer tarafından tercüme edilmiş, tanrıça İnanna ile kral Dumuzi arasındaki cinsel ilişkiyi anlatan bir tablet tercümesi;

“Kral, kalkmış başı ile kutsal kucağa gidiyor,
O, kalkmış başı ile İnanna’nın kutsal kucağına gidiyor,
Kral kalkmış başı ile geliyor,
Kalkmış başıyla kraliçeme geliyor,
Fahişeyi (Hierodule*) kucaklıyor.”
*Hierodule, Sümer dilindeki kelimenin tam İngiliz dilindeki karşılığıdır. Kelime anlamı “Holly Prostitute/ Kutsal fahişe” kitabının yazarı Nency Qualls- Corbert’e göre, cinsel ilişkiye girebilen rahibeyi tanımlayan “Kutsal Hizmetçi” anlamına gelmektedir.
Babil’de fahişeler arasında farklı konumlar vardı. Tapınak fahişeleri en yüksek rütbeye sahiptiler ve bunlar “entu ve naditu” adlarıyla anılıyorlardı. Meyhane ve sokak fahişeleri ise “Harimtu” adıyla anılıyorlardı. Babil dini metinlerinde geçen bir ilahide;

“Meyhanenin girişine oturduğumda,
Ben, İştar, seven harimtu’yum”
diyerek, tanrıça İnanna kendisini Harimtu” olarak adlandırır.

Bir başka ilahi metninde de;
“Ben, şefkatli bir fahişeyim!”  ifadesiyle fahişeliğini dile getirir.

Tanrıçaların her daim “bakire”, tanrıların da her daim “bakir” olmalarına dayanarak tapınak fahişeleri de her daim “bâkire ve bâkirdiler”.
Kilili- Şepsut. Şefkatli fahişe İştar/İnanna,
tapınakta pencereden müşteri gözlerken

İnanna kültünden doğduğu tartışmasız olan Mısır’ın İsis kültü de M.Ö. 2500’lerde bütün Akdeniz bölgesi boyunca tapınılan bir göksel kişilik olmuştu. İngiltere’de Thames nehri kıyısında bile İsis tapınağı vardır.

Roma’da şüpheli olsa da asillerin tapınıldığı bir tapınağının olduğu ve ona tapınmanın erken Hıristiyanlık dönemlerine kadar sürdüğü bilinmektedir.
İsis, İsa gibi sınıf ayrımı yapmaksızın inananlarının merhametli evrensel bir kurtarıcısıydı.
Tanrılar arasındaki lakabı “Sadık Eş’ti” ve Set (Şit) onu elde etmek için kocası Osiris’i öldürmüştü, cesedinin parçalarını dünyanın dört bir yanına dağıtıp saklamıştı. Ama o kardeşi/eşi Osiris’in parçalarını buldu, topladı, bilgisiyle yaşam/can verdi, ilişkiye girdi, hamile kaldı ve öcünü alması için oğlu Horus’u doğurdu ve sonuç ta öyle oldu.

İlahi sadık bir eş ve sadık, merhametli bir anneydi. Grek döneminde Serapis dini inananlarınca başında öküz başlı başlığı ile veya başlıksız, kucağında oğlu bebek Horus ile tasvirleri Roma İmparatorluğunun her yerinde yapıldı ve Hıristiyanlığa da “Bâkire Meryem” kültü bu şekilde girmiştir.

İsis aynı zamanda sevgili bir fahişeydi de. Kocası/kardeşi Osiris’in parçalarını ararken Tire’deki tapınağında on yıl “kutsal fahişe” olarak kalmıştı. Sonunda Biblos’ta Aşera (Astarte) tapınağının bir sütununa gömülmüş olarak bir tabutun içinde Osiris’in ölüsüne kavuşmuştur.

İsis’e adanan tapınaklar genelevlerin yakınlarına ya da fahişelerin buluşma yerlerine yapılırdı.

İsis, İnanna ve İştar gibidir, “Birin içinde” her şeydir, fahişedir, anadır, eştir- tamamıyla kutsaldır. Ona inananlar görünüşte onun bu “yükseltilmiş ve alçaltılmışlıklardan ibaret tezat farklı kişiliğine dikkat etmezler. 

Ama bazen farklılıklar da olur. İşte aynı metinden bir örnek;

“Ben yaşamı çağıranım,
Sizler ise ölümü.
Ben kanunu çağıranım,
Sizler ise kanunsuzluğu.
Ben izinden gittiğiniz,
Sizleri alıkoyanım.
Ben sizlerin dağılmışlığınızım,
Ve sizleri bende toplayacak olanım.”

Bu sözlerdeki mistik anlamları düşünmeyi, kökleri bu metinlere uzanan günümüz dinlerinin ruhbanlarına ve din adamlarına bırakıyorum. Bu metinlerin öyle sıradan sözler içermediklerine dikkat edersek, antik çağlarda tapınaklarda yaşandığı sanılan ayinlerin, “fahişe kültüne” göre de olsa pek sıradan, adiyane işler olmadığını da görmüş olduk.

İnanna Kültünün Öteki Dinlere Yansıması;
Tapınakta İnanna rolü oynayan
rahibe fahişe Liri ile

İngiltere’de Protestan Hıristiyan Kültürü egemen oluncaya kadar Galler Prensesinin tapınakta tanrıça olmayınca yapacak bir şey bulamadığını açıklamasını göz önüne aldığımızda İnanna/İsis kültünü abartmamak elimizden gelmemektedir.
Zerdüştlükte “Kutsal Bâkire” Kültünü anlamak için, Sümer’in İnanna’sı, Babil’in İştar’ından türetilme Zerdüşt tanrıçası Anahita’yı tanımadan olmaz;

Anahita (Masum, tertemiz, kirletilmemiş, bakire)= Aslında Sami tanrıçası olan Anath (Anas (t) )ile ilişkili olmasına rağmen Pers (İran) tanrılar ailesinde zafer ve bereket tanrıçası olarak kabul edildi. Parlayan altından bir harmani (pelerin) içinde mücevherli hükümdarlık tacı giymiş bir bakire olarak resmedildi. Yüksek bir taç giymiş olarak sol elinde (tanrıçanın taşıyabileceği büyüklükte) bir su kabı, göğüslerinde çiçeklenmiş bir nar ile resmedildi.

Kutsal hayvanları arasında Tavus kuşu ve kumru vardır. Tapınak fahişeliği kültü ona aittir. Avesta takviminde onuncu gün ve sekizinci ay ona adanmıştır.

Orta pers gelenekleri döneminde Advi Sur adıyla anılmıştır. Anadolu’da “Büyük Ana (Kibele)” tarafından asimile edilmiştir. Babil’in fethinden sonra aşk tanrıçası İştar ve gezegeni Venüs’ü Anahita’ya atfetmişlerdir.
Anahita, Ermeni mitolojisinde “Akahi” adını almıştır. Akahi ya da Horoz, vahiy getiren kuş, sabah güneşinin müjdecisidir. İnsanların ölümden sonra yaşama döndürülmelerinde, ölüm uykusundan uyandırılarak iyileştirilmelerinde önemli tesirleri olacağına inanılmaktadır. (Sabilik, Yezidilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’te bu hayvan halen kutsaldır.)
İnanna/İştar'dan  türetilmiş
Dev Anahita Aslanlarıyla
Zerdüştlükte horozun kutsal bir hayvan olarak kabul edilmesi gibi Yezidilikte de `Melek Tavus` tavus kuşu şeklindedir. Ancak horoz da tavusun kutsal kitaplarına göre şekillerinden birisidir ve etinin yenilmesi yasaktır. Horozun kökeninin İmdigut/ Anzu/Anka kuşu olduğu son olarak ta tavus kuşundan dönüştürüldüğü sanılmaktadır.
İnanna’nın bahçesine bir kadının diktiği Huluppu ağacına yuva yapan İmdigut kuşu (Anzu kuşu, şeytan, Anka kuşu) horozun ilkel ve göksel halidir.

Günümüz Yezit Kürtlerinin inançlarında da İslamiyet’te de cennette namaz vakitlerin müminleri namaza çağıracak olan kuş ta horozdur ve bu yüzden kutsaldır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri Marifetname’sinde “Cennet Yaşamının”  anlatıldığı bölümde “Müslümanların cennet yaşamlarında, namaz vakitlerinde cennet horozunun ötüşüyle Allah’ın huzurunda ibadet için toplanacaklarını” dile getirerek horoz konusunu işlemiştir.
Böylece en eski dinler ile en yeni dinler arasındaki bazı akrabalık bilgilerini yeri gelmişken vermiş olduk.
Ayrıca Tavuskuşu ve ondan türediğine inanılan Horoz simgelerine sahip Ermeni Anahit, Grek Hera, Filistinlilerin Aşera gibi putlarını sayabiliriz.

Yezidilerin Tavus'u (Şeytan)
Anahita'dan türetilmiş olabilir
Şimdi, İkinci Babil imparatorluğunun Perslerce yıkılıp Büyük Krus’un (Tevrat Koreş) emriyle vatanlarına dönen Yahudiler, Babil, Asur inanışları olan ve günümüzde “Harran Sabiliği/ Mandeanlar” olarak bilinen “Ay’a, Güneş’e, Gezegenlere ve gök cisimlerine tapınılan bu dinin etkilerini arındırma yolunu tutarlar. Bu onların keşfi de sayılmaz. Çünkü eski Babilliler Marduk’u ve Asurlular da Aşur’u “tek tanrı” olarak yorumlamaya daha önceden başlamışlardı.  Bu istikamette, kendilerine özgürlüklerini veren Pers kralı Büyük Krus da Zerdüşt’tü ve Zerdüşt “tek tanrı” olan Ahura Mazda’nın “peygamberiydi.
Yani Yahudilere “tek tanrıcılık” birkaç bin yıldır zaten dayatılmaktaydı. Yahudiler, Sabilikten dinlerine geçmiş bulunan bölümleri çıkarma yoluna girdiler.
Tevrat’ı “hafızların ezberlerinden” derleyerek yazan “Kâtip peygamber” olan Ezra (Üzeyir) hemen derleme işine başlamıştı.

EZRA Ezra (M.Ö.480-440) İbranice Ezra ha Sofer (Yazıcı-kâtip Ezra) Babil sürgününden sonra Tevrat’ı derleyen Yahudi peygamberidir. Ezra adının kökeni “Azaryahu” bileşik kelimelerinden oluşmakta olup “Tanrı (Allah) yardım eder” anlamına geldiği yazılmaktadır. Zerdüşt tanrılarından Azarban (Azerva) adından yola çıkarsak “Azer yardım eder” şeklinde de çevirebiliriz. Kur’an’a göre de İbrahim peygamberin babasının da adı “Azer’dir.

Onun adının kaynağı bu Zerdüşt tanrısı Azerban (Azervan) olabilir. İslamiyet’te Üzeyir peygamber olarak geçmektedir. Mezarı Basra yakınlarında Dicle nehri kıyısında adıyla anılan El Üzeyir’de bulunmaktadır.

Büyük Krus’un kavimlere ve Yahudilere “Özgürlüklerini geri veren yasası” aşağıdaki gibidir;

Koreş'in Duyurusu
(2Ta.36:22-23)
BÖLÜM 1
Büyük Krus/Koreş
Ezra.1: 1 Pers Kralı Koreş'in krallığının birinci yılında RAB, Yeremya aracılığıyla bildirdiği sözünü yerine getirmek amacıyla, Pers Kralı Koreş'i harekete geçirdi. Koreş yönetimi altındaki bütün halklara şu yazılı bildiriyi duyurdu:
Ezr.1: 2 "Pers Kralı Koreş şöyle diyor: `Göklerin Tanrısı RAB yeryüzünün bütün krallıklarını bana verdi. Beni Yahuda'daki Yeruşalim Kenti'nde kendisi için bir tapınak yapmakla görevlendirdi.
Ezr.1: 3 Aranızda O'nun halkından kim varsa Tanrısı onunla olsun. Yahuda'daki Yeruşalim Kenti'ne gidip İsrail'in Tanrısı RAB'bin, Yeruşalim'deki Tanrı'nın Tapınağı'nı yeniden yapsınlar.
Ezr.1: 4 Krallığımda yaşayan yerliler, sürgün oldukları yerlerde sağ kalmış olanlara altın, gümüş, mal ve hayvanlar sağlamakla birlikte Yeruşalim'deki Tanrı'nın Tapınağı'na gönülden sunular sunsun.'"

Sürgündekilerin Yeruşalim'e Dönüşü
Ezr.1: 5 Böylece Yahuda ve Benyamin oymaklarının boy başları, kâhinler*, Levililer ve ruhları Tanrı tarafından harekete geçirilen herkes, RAB'bin Yeruşalim'deki Tapınağı'nı yeniden yapmak için gidiş hazırlıklarına girişti.
Ezr.1: 6 Komşuları gönülden verdikleri armağanların yanı sıra, altın, gümüş kaplar, mal, hayvan ve değerli armağanlarla onları desteklediler.”

Tevrat’a hafızların ezberlerinden konulan ayetler ile Gök cisimlerine tapanlar ağır şekilde cezalandırılıyordu. Aslında işgal altındaki tapınaklarını geri alan Yahudiler bir şekilde “intikam ve temizlik” yapıyorlardı;

GÖK CİSİMLERİNE TAPAN SABİLERİN TEVRATTA YERİ

Krallar. 2.Kitap.23.Bölüm,4.,5.,6,ayetler;
2.Kr.23: 4 Kral Yoşiya Baal*, Aşera* ve gök cisimleri için yapılmış olan bütün eşyaları RAB'bin Tapınağı'ndan çıkarmak üzere Başkâhin Hilkiya'ya, kâhin yardımcılarına ve kapı nöbetçilerine buyruk verdi. Bunları Yeruşalim'in dışına çıkarıp Kidron Vadisi'nde yaktı, küllerini Beytel'e götürdü.
2.Kr.23: 5 Yahuda krallarının kentlerde ve Yeruşalim'in çevresindeki tapınma yerlerinde buhur yaksınlar diye atamış olduğu putperest kâhinleri, Baal'a, güneşe, aya, takımyıldızlara -bütün gök cisimlerine- buhur yakanları ortadan kaldırdı.
2.Kr.23: 6 Aşera putunu RAB'bin Tapınağı'ndan çıkarıp Yeruşalim'in dışında Kidron Vadisi'nde yaktı, ezip toza çevirdi. Bu tozu sıradan halkın mezarlarına serpti.”

Gök cisimlerine tapınanlardan sonra “tapınak fahişeliği” de nasibini alıyordu. Malum, Yahudileri köle olarak Babil’e sürdüklerinden dolayı, Babilliler Yahudi tapınaklarını da kendi inançları olan Sabi/Yezidi dini ilkelerine göre düzenlemişlerdi;

TEVRAT’TA, SABİLERİN TAPINAK FAHİŞELİĞİ
2.Kr.23: 7 Fuhuş yapan kadın ve erkekleri RAB'bin Tapınağı alanındaki odalarını yıktı. Kadınlar orada Aşera için kumaş dokurlardı.
2.Kr.23: 11 Yahuda krallarının güneşe adamış olduğu atları RAB'bin Tapınağı'nın girişinden kaldırdı. Atlar tapınağın avlusunda, hadım Natan-Melek'in odasının yanındaydı. Yoşiya güneşe adanmış savaş arabalarını da ateşe verdi.
2.Kr.23: 13 Yeruşalim'in doğusunda, Yıkım Dağı'nın güneyinde İsrail Kralı Süleyman'ın Saydalılar'ın iğrenç putu Aştoret (Astarte), Moavlılar'ın iğrenç putu Kemoş ve Ammonlular'ın iğrenç putu Molek için yaptırmış olduğu tapınma yerlerini kirletti.

D Not 23:13 "Yıkım Dağı": Zeytin Dağı olduğu sanılıyor.
2.Kr.23: 14 Dikili taşları, Aşera putlarını parçaladı; yerlerini insan kemikleriyle doldurdu.
2.Kr.23: 15 Bundan başka İsrail'i günaha sürükleyen Nevat oğlu Yarovam'ın yaptırdığı Beytel'deki tapınma yerini ve sunağı bile yıktı. Tapınma yerini ateşe verip toz duman etti. Aşera* putunu yaktı.”

(Bu olayların geçtiği dönem M.Ö.950-622 yılları arasında cereyan ettiği sanılmaktadır.)
*Aşera putu, on puttan oluşan küçük bir tanrılar gurubudur. Taştan heykelcikleri ve ikonları yapılmıştır. Saba Melikesi ile evlenmesine izin verilmeyen Süleyman peygamber de olayı” protesto etmek için” Aşera putlarına adak adamıştır.

Sabi dinlerini bu şekilde lanetleyen ve inananları böyle korkunç bir sonla cezalandırmalarına ister barbarlık, ister vahşilik, Vandalizm isterseniz “ilahi adaletin tecellisi deyin ama yapılanlar gerçekten çok ağırdır. Yahudiler “tapınaklarını temizlerken” fazla titizdiler de diyebiliriz!

Gök cisimlerine tapınan Sabilerin ruhbanlarından türeme ve yayılma “falcılık ve büyücülük” de bu felaketlerden nasibini alıyordu;

Cin ve ruh çağıranlar;
Krallar 2.kitap 23. Bölüm-Yoşiya'nın Getirdiği Öteki Yenilikler;
2.Kr.23: 24 –“Bundan başka Yoşiya, Kâhin Hilkiya'nın RAB'bin Tapınağı'nda bulduğu kitapta yazılı yasanın ilkelerini yerine getirmek amacıyla, cincileri, ruhçuları, aile putlarını, öteki putları, ayrıca Yahuda ve Yeruşalim'de görülen bütün iğrençlikleri silip süpürdü.”

Eşcinselliği ve Sabiliği ortadan kaldırmak için Yahudilerin işledikleri bu kadar cinayet, bu kadar zulümlerin ardından Yahudilerin tekrar Sabi dinlerine dönebilecekleri aklınıza gelir mi?
Yetmiş yıllık Babil sürgününden sonra topraklarını ve tapınaklarını ellerine geçiren Yahudilerin bu zalimliklerinin ardından “çok dindar” bir yaşam sürmeleri beklenir değil mi?
Oysa bakın gene Tevrat, Yahudilerin “gök cisimlerine tapınan Babil’in, Asur’un Sabi dinine geri dönüşünü yazıyor. Hem de kendi çocuklarını “kurban edip, ateşlerde yakarak” dönüyorlar.
Nasıl ataları İbrahim, 100 yaşında bulduğu oğlu, Grek İncil’i ve Kur’an’a göre İsmail’i, Yahudi Tevrat’ına göre de İshak’ı sadece “vat edilen topraklar yani Arz-ı mevut” uğruna “yakmalık kurban” olarak adamıştı ya. Aynı kurban olaylarına Yahudiler tekrar dönerler;

Yahudilerin Sabi Dinine Geri Dönüşleri

Manaşşe'nin Yahuda Krallığı
(2Kr.21:1-18)
(Tarihler 2.Kitap) BÖLÜM 33
2.Ta.33: 1 Manaşşe on iki yaşında kral oldu ve Yeruşalim'de elli beş yıl krallık yaptı.
2.Ta.33: 2 RAB'bin İsrail halkının önünden kovmuş olduğu ulusların iğrenç törelerine uyarak RAB'bin gözünde kötü olanı yaptı.

2.Ta.33: 3 Babası Hizkiya'nın ortadan kaldırdığı puta tapılan yerleri yeniden yaptırdı. Baallar* için sunaklar kurdu, Aşera putları yaptı. Gök cisimlerine taparak onlara kulluk etti.
2.Ta.33: 4 RAB'bin, "Adım sonsuza dek Yeruşalim'de bulunacaktır" dediği RAB'bin Tapınağı'nda sunaklar kurdu.
2.Ta.33: 5 Tapınağın iki avlusunda gök cisimlerine tapmak için sunaklar yaptırdı.
2.Ta.33: 6 Oğullarını Ben-Hinnom Vadisi'nde ateşte kurban etti; falcılık ve büyücülük yaptı. Medyumlara, ruh çağıranlara danıştı. RAB'bin gözünde çok kötülük yaparak O'nu öfkelendirdi.


2.Ta.33: 7 Manaşşe yaptırdığı putu Tanrı'nın Tapınağı'na yerleştirdi. Oysa Tanrı tapınağa ilişkin Davut'la oğlu Süleyman'a şöyle demişti: "Bu tapınakta ve İsrail oymaklarının yaşadığı kentler arasından seçtiğim Yeruşalim'de adım sonsuza dek anılacak.”

Şimdi şu Sabiler hakkında çok kısa tanıtıcı bilgiler girelim;

e-Sabîlerin Kuranda;

Bakara Suresi- 2;62. “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabîler; bunlardan her kim Allah'a ve ahret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükafatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardır.”;
Maide Suresi -5;69. “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Sabîler ve Hıristiyanlar her kim Allah'a ve ahret gününe iman edip de dürüstçe çalışırsa, artık onlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.”
Ve
Hac Suresi 22;17. “İman edenler, Yahudi olanlar, Sabîler (yıldıza tapanlar),Hıristiyanlar, Mecusiler (ateşe tapanlar) ve müşriklere gelince, muhakkak Allah kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır; çünkü Allah her şeye şahittir.”
Ayetlerinde bahisleri geçmektedir.
İslam ulemalarına göre, Sabi-üna (Sabi’li) Seba’a sözünden gelir ve “bir dinden öbürüne giren” anlamındadır.
İslâm ulemalarından Taberi, Sabiün kelimesinin Sabi’nin çoğulu olduğu ve “din değiştiren, dönen, dönme” demek olduğunu, birisinin veya inancın sahiplerinin mevcut dinlerini bırakarak diğerine geçenleri tanımladığını söylemiştir.

Araplar böyle insanlara “Sabi” derlerdi.

İbranice’de Sabi,”serhoş, içkici” demektir.

Irak Küfe şehrinde IX-X.yy’da doğan, Mısır Hiyerogliflerini Kıpti (Çingene) Mısır diline ilk çeviren ve yazan, sihir üzerinde uzman, Mısırolog ve tarihçi, Simyacı, çiftçi, Suriye Nebati’li  Ebu Bekr Ahmed ibn 'Ali ibn Kays el-Wahşiyah el-Kasdani el-Kuseyni al-Nebati el-Sufi’nin öğretilerine dayalı tarikatta olanları da ötekileri gibi Meleklere, putlara, yıldızlara ibadet ederler. Günde üç kez namaz kılarlar. Domuz, köpek, eşek, yırtıcı kuş, fasulye, lahana, mercimek yemeleri yasaktır.

Muhtemelen Mandeanlar ve Harraniler olarak tanımlanıyorlardı.  Sabiler güney Irak’ta Marş bölgesinde (Üzeyir peygamberin mezarının olduğu, Dicle Nehri kıyısında Basra yakınlarındaki bölge) yaşıyorlardı ve bu bölgede Mandeanların (Arif olanlar) gelenekleri sürmekteydi fakat diğer pagan olan Sabiler, 10.yy’da Harran bölgesine gelerek yerleştiler. Jaakko Hämeen-Anttila (2002, 2006)

Nebatiler olarak da bilinen bu pagan Sabilerinden İslam araştırmacısı İbn el Vahşiyye “Nebatiler Külliyatı” adlı eserinde yer vermiştir.

“Putperest Sabiler, Ortadoğu’da iki gruba ayrılmışlardır. Bunlar Mandeanlar ve Harranilerdir. Mandeanlar, M.S. 2. yy’a kadar  “parlak kişiliklere veya çoklu tanrılara” ibadet etmeye bu gün de devam etmektedirler.
Tanrıları dört kategoriye ayrılır;

“İlk yaşam”, “İkinci yaşam”, “Üçüncü yaşam,” Dördüncü yaşam”.
Bütün tanrıları “birinci yaşam’a” aittir. Tanrılarını sırasıyla “birinci, ikinci …. yaşamda” yaratılmış olanlar diye çağırırlardı.
Hıristiyan Iraklı Sabi kızları
Öteki grup Sabiler de Harraniler olarak bilinirdi. Ay tanrısı Sin’e taparlardı. Sin onların baş tanrısıydı. Ayrıca gezegenlere ve öteki tanrılara da taparlardı. Sabiler, peygamberlik öncesi Muhammed’in de katıldığı Ahnaf grubu ile ilişki kurmuşlardı.
Ahnaf, güney Irak’a giderek Mandean topluluklarından birçok bilgi öğrenmişti. Hatta daha sonraları güney doğu Anadolu’daki El Cezire’de bulunan Harran’a göçmüşlerdi.
Sabiler, Zebur’dan güneşin öğleyin tam tepe noktaya (Kıble- Qiblah) eriştiği zamanlarda ayetler okurlardı. Dinlerinin temeli “La ilahe il Allah’tır- Allah’tan başka tanrı yoktur” ilkesine dayanır.

Sabiler, Hıristiyanlığa oldukça yakındırlar. Hanif Sabiler, Nuh’a dinlerinin bir peygamberleri olarak bakarlar. Sabiler günde “yedi vakit” ibadet ederler. (Teslisin (üçlü) görüntüsü Ma’ariv İsa’ya karışırken Zohar’ın Asr’a karışsa bile). Nuh dinini yenileyen bütün peygamberlere inanırlar ve peygamberin mührüne inanan Müslümanlar gibi tek yönlü olarak inanmazlar. Hatta yılda “30” gün oruç da tutarlar.

(Urfa’da) Harran putperest yıldız dinlerine tapan Süryanilerin* yaşadığı bir merkezdi. Yedi gezegenden biri için adanarak kurulan yedi şehirden birisiydi. Ay tanrısı Sin adına kurulmuş büyük bir tapınağı vardı.

Yıldızları gözlemek için kulesi vardı. Dünyanın ilk üniversitesinin burada kurulduğu, ilk kilise ve ilk caminin burada inşa edilmesine rağmen yıldızlara ve putlara tapınıp büyücükle uğraştıkları bilindiğinden bu durum göz ardı edildi.

Kökenleri Kaldelilere dayanan Harran’ın okullarında sihir ve büyü öğretilirdi.

Kuran’ın Kökenleri” adlı kitabın yazarı W.St.Clair Tisdal,(S.236-237)Suriye’de oturan Seth (Şit) ve İdris’in takipçileri Sabilerden bahseder. Geceden, gün doğumuna 30 gün Sabilerin oruç tuttuklarını, secde etmeksizin cenaze namazı kıldıklarını, Hz. Muhammed’in orucu, şafaktan akşam karanlığına değiştirerek, cenaze namazını ise aynen  kopyaladığını yazar.

Sabiler, başta Ay olmak üzere, yedi yıldıza tapınırlardı. Bunlar, en yüce tanrı olan Ay onun dişil yönü olarak kabul edilen Güneş tanrıçası "Samaş", ve diğer vasıflarının temsilcileri olan Merkür tanrısı, Katip tanrı"Nabu-Nebo-Nebi", Venüs tanrısı "İştar- İnanna", Mars tanrısı "Nergal", Jüpiter tanrısı "Marduk" ve Satürn tanrıçası "Ninurta" idi. Sabiler, bu tanrı ve tanrıçaların yanı sıra, Hermes'i, Pisagor'u, Orfe'yi de birer yarı tanrı olarak görüyorlardı. (İskender zamanından kalma Grek etkisi)

Sâbîün-Sabiler tanrıyı “Rab el-el-‘elilah- Tanrıların efendisi, sahibi” ve “ilah el-‘elilah” adlarıyla tanırlar, ötekilerin onları aşağılayarak  “Yıldızlara Tapınanlar”* olarak çağırmalarına rağmen, bazı Sabi inananlarını hatalı inanışlara yönelten, her birisinin göklerde farklı yıldızlarda oturduklarına inandıkları meleklerle konuşurlardı. Bu yıldızlar, Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Dünya, Mars,Jüpiter, Saturn’den oluşan güneşin ilk yedi gezegenidir.
*(Arp-Sebat et Nücüm-“Yıldız göründü” demektir. Kureyş Mecusileri de Peygamberlik öncesi Muhammed’i görünce “Yıldız Göründü” diye bağırarak onunla bu şekilde alay ederlermiş.)

Ali El Mesudi,(Irak-896-957) Harran Sabileri, Yunanlıların avam (aşağı halk) tabakasıdır. Felsefeleri, Mütekaddimun felsefesinin (Sünni-Selefi) haşeviye (Allah’a eş koşan) kısmı olduğunu söylemektedir.
İslam Ansiklopedisi yazarı Carra De Vaux, makalesinde, Sabi adının “s-b” kökünden geldiğini ve “suya daldırma-vaftiz” anlamına geldiğini yazmıştır.

İşte Siirt Sabilerinin Hristiyan olmuş, Müslüman gibi ibadet edenleri olan Süryani Emine Erdoğan.

Ebu Bekir El Kassas,(İ.S.980),”Kendilerine Sabi adı veren, Süryani dili konuşan, Harran bölgesinde yaşayan  bir grup vardır ki hiçbir peygamberi kabul etmez, Allah’ın hiçbir kitabına inanmaz, kitap ehli değil, putperesttirler. Kestikleri yenmez, kadınları ile nikâh edilmez” demektedir.
Ay görününce oruca başlanması ve izleyen ayın başında bitmesi geleneği, İslamiyet’ten önce Sabiler arasında görülmektedir.
Muhammed öncesi Hicaz Arapları da ay kültü dine sahiptiler. Diğer dinlerin tersine, Araplarda ay, erkek, güneş dişiydi.”

Filistin Kıptilerinde İnanna/İştar/ Aşera Tapınak Fahişeliği Kültü ve Allah;

“Universite des ciences Humaines de Strasbourg”  Strasbourg Üniversitesi İnsan Bilimleri, Din ve Tarih Araştırmaları bölümünden Fransız yazar Jacques E. Menard’ın internette yayınlanan “Les Textes de Nag Hammadi” Nag Hammadi Metinleri adlı kıtabının 102. sayfasında Sabilerin ve Sabilikten etkilenen Kenan/Filistin,Lübnan bölgesi ve İsa’nın memleketi Nasıra Yahudilerinin dini inançlarında “Tapınak Fahişeliği kültü” hakkında şu tespitlerini Türkçemize çevirdim;

“Korkunç Büyük Ana’nın olumsuz görüntüleri, insanları sıklıkla günaha teşvik eden, kışkırtan, Mandean (Harran Sabileri) ayinlerini yapacak yaşamın elçilerini engellemek için stratejiler geliştiren, yedi gezegenin annesi dişi şeytan Ruha’ya atfedilmiştir.

Mandean edebiytatında Ruha’nın esas tabiatın bazı kıvılcımlarını hala koruyan ruh ve dünyanın ışığına ait olduğunu kanıtlayan bazı paragraflar vardır.

Mandeanların Kutsal Dua Kitaplarında yaşamın açıklanmasına Ruha’ nın tepkisini okuyoruz;

Spirit (Ruha) lifted up her voice
She cried aloud and said “My Father, my father,
Why didst thou creat me? Mya God My God.
My ALLAH, why hast thou set me afar off
And cut me off and left me in the depths of the earthg
And in the nether glooms of darkness
So that I have strenght to rise up thither?

Ruh (Ruha) sesini yükseltti
Yüksek sesle bağırdı ve “ Babam, Babam”,
Beni neden yarattın? Tanrım, tanrım,
Allah’ım, beni uzaklara neden sürdün
Beni mahrum ettin ve yeryüzünün derinliklerine bıraktın
Ve karanlığın en alt karanlığına
Oraya çıkmaya gücüm olmasın diye?

*Not=Ahmet Nezihi Turan tarafından Kültür Bakanlığı Yayınları arasında çıkan "XVI.Yüzyılda RUHA (Urfa) Sancağı" adlı kitaba baktığınızda Urfa'nın Sabilerin merkezlerinden birisi olduğunu ve okuduğunuz kaynağın boş olmadığını göreceksiniz! Bu delil sayesinde Sabilerin şeytanının babasının da "Allah (El Lah) olduğunu öğrenmiş oldunuz!

Ruha, Gnostik Kabalizmin Shechina (Şekina) ve Sofya’sı gibi, ışığın krallığından mahrum edilmiş ve bu dünyaya sürülmüş olduğunu mükemmel olarak biliyordu. Bu Yahudi Aklının tahminlerinin çelişikliği, duygu karmaşası olarak da görünmektedir.

Ruha aynı zamanda, Bronte’deki Sofya’nın aziz ve fahişe olması, Simonyalı Gnostik Sofya’nın “Kutsal Ruh ve Orospu olması gibi Kutsal Ruh ve fahişe olarak da anılıyordu.”

Ruha’nın bu yakarışı bize Kürt Yezidi kutsal Kitabı Mushaf-ı Reş’in tanrısı cehennemde çektiği cezasından sonra bağışlanmış şeytan Ezd, Ezdi, Ezda, Yezid, Tavus’u, Zerdüşt’ün Ehriman’ını, Haz. İsa’yı (Kutsal ruh-oğul-kuzu İsa teslisi), Kuran’ın kovulmuş şeytanını hatırlatmaktadır ama burada geçen “Allah” adı ise İsa’nın babası Kutsal Ruh’u işaret etmektedir.

Önceki tespitlerimde de yazdığı gibi Harran Sabiliği Sümer, Akad, Babil dinlerinden doğmuştur. Ondan da Mitracılık, Zerdüştlük, Yahudilik, Hermetizm, Serapis dini, Hıristiyanlık ve İslamiyet doğmuştur.

Burada dikkat edilmesi gerek önemli nokta geçmişin büyük dünya devletlerinin kralları, imparatorları kendi milletleri için yaptıkları yeni dinleri halklarına dayatırken haliyle Sabilere de dayattılar.
Babillerin yıkılışlarından sonra Asur ve Pers medeniyetleri Sabileri ve Yahudileri değişikliklere zorladılar.
Yukarıda verdiğim Tevrat 2. Krallar Kitabı Bölüm 33’ün 3,5,6. Ayetlerinde geçen Yahudi Krallarının “gök cisimlerine tapmaları, çocuklarını putlara kurban etmeleri, kutsal fahişe kültü” bu dayatmaları bize göstermektedir.

Grekler M.Ö.4.yy ile M.Ö.1.yy. arasında kendi dini kavramlarını bu kavimlere dayattılar ve Sabiler dahil eski Pers İmparatorluğu coğrafyasındaki bütün kavimler az çok Grekleştirildi.
Özellikle Harran ve Irak Sabileri çoğunlukla Greklerin halk tabakası ile kardeş oldular.
Greklerin ardından gelen Roma, Serapis Dinini özellikle Hıristiyanlığın yerleşmeye başladığı M.S. VI.yy. a kadar dayattılar. Bu dayatmayı Hıristiyanlık ve İslamiyet takip etti.

Böylece yeryüzünde “ilahi” kabul edilebilecek gerçek doğru din kalmadı. Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların bütün dini ibadet ve ayin şekillerini Sabilerde bulmak mümkündür. Bu yüzden din ve tarih araştırmacılarının yoğun ilgisi doğal olarak Sabilik üzerinde toplanmaktadır.

Aşağıdaki uzunca bölüm Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kur’an Tefsiri, Maide Suresi 62. Ayetin tefsirinden alıntıdır. Günümüzün Sabileri olan Nurcular ve Fethullahçılar Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kuran tercümesini de kendisini de sevmezler. Çünkü okuyacağınız tefsir bilgileri onların gerçek yüzünü ortaya koymaktadır;

Harran Sabileri iki mezhebe bölünmüşlerdir;

Sâbie ve Hanifler: İşte bütün dinlerin bizzat karşı karşıya olan iki aslî şubesi. Sabie, başlangıçtan beri devamlı olarak Haniflik karşıtıdır. Sâbie, din ararken, hak yoldan saptıkları ve peygamberlerin doğru izinden ayrıldıkları içindir ki Sâbie adını almışlardı. Fakat kendileri, aşk ve arzu mânâsıyla, "sabve, insanların kaydından uzaklaşmaktır" derler. Çünkü Hanifler mezhebi beşerî peygamberlik ile cismânî beşere taraftarlık esası üzerinde yürüdüğü gibi, Sâbie mezhebi de cismânî beşerliği düşük görmekle rûhanilere taraftarlık esası üzerinde yürür. Ve bunun için sâbie insanların, beşer olan bir peygambere uymak ve ittiba etmekle doğrudan doğruya Allah'a ibadet etmesini doğru bir iş değil, insanların şartı gibi göstererek beşer dışından Allah'a yaklaşmak için aracılar ve münanesebetler arar.
a-Sabi Muhammed Konusu
Peygamberlik gelmeden önce Muhammed’in özellikle Harran Sabilerine has namazlar kılması akrabalarının tepkisini çekmiş amcası Ebu Cehil “-Onu namaz kılarken görürsen boynunu kıracağım” demiştir. Peygamberin dedesi Ebu Talip adından anlaşılacağı gibi Yemen Sabi’siydi ve onlarda Hicaz Mecusileri gibi tan vaktinde ve gün batımında olmak üzere iki vakit namaz kılarlardı. Öğle ve ikindi vakti namaz kılmak onlara göre büyük günahtı. Yukarıda geçtiği ve aşağıda da okuyacağınız gibi Muhammed Harran Sabisi olmuş ve gündüz beş vakit iki vakit de gece namazı kılardı. İşte o olayın yansımaları Maun Suresi 1.ayet tefsirinde işlenmiştir;

Maun 107:1

Süddî'den Velid b. Muğire hakkında nazil olduğu rivayet edilmiş, Mâverdî de Ebu Cehil hakkında nazil olduğunu nakletmiş, rivayet edilmiştir ki:

“Ebu Cehil bir yetimin vasisi bulunuyordu. Bir gün o yetim çırılçıplak ona gelmiş, kendi malından bir şey istemişti. Ebu Cehil onu itivermiş ve aldırmamış idi. Kureyş'in büyükleri de çocuğa: "Muhammed'e git de sana şefaat ediversin." demişler, alay etmek istemişler. Öksüz onların maksatlarını bilmediği için Resulullah'a gelip yardımcı olmasını istemişti. Peygamberimiz (s.a.v) hiçbir muhtacı reddetmek adeti olmadığı için kalkmış, onunla beraber Ebu Cehil'in yanına gitmişti. Ebu Cehil "-buyurun" deyip merhaba etmiş ve öksüzün malını vermişti. Kureyş'liler bunun üzerine Ebu Cehil'e serzeniş etmişler, "-sen de sapıttın, Muhammed gibi Sabileştin" demişler. "-Hayır" demiş, "-sapıtmadım velakin onun sağında solunda birer harbe gördüm, vermezsem vuracak diye korktum". Bu örnekte, Muhammed’e peygamberlik öncesi “yarı tanrılık yakıştırması” yapılmış olduğu açıktır. Bu metin peygamberin Sabi olarak anılmasına kaynak olduğundan konulmuştur.

Birinci olarak, yıldızları idare eden, bu cümleden olarak gezegen yıldızları yörüngelerinde tedbir ve idare eden rûhânîler vardır ki, yedi gezegen yıldızları bunların heykelleridir. Her rûhânînin bir özel heykeli ve her heykelin bir felek (yörünges)i vardır. Ve o rûhâninin o heykele nisbeti (oranı), ruhun cesede nisbeti gibidir. O, o heykelin rabbi, idarecisi ve müdürüdür. Sâbiîler, o rûhânilere ilâhlar, heykellere de rabler derler. Bununla birlikte çoğunlukla heykellere babalar, unsurlara anneler ismini vermişlerdir.

Hızbâniye, Sâbie'den bir topluluktur ki, yaratıcı Allah'ın hem tek, hem çok olduğuna kânidirler. Bilhassa Hızbâniyye ise "panteizm", "panteist" kelimelerinin karşıtı demektir. Hulûl (ruhun başka cisme girmesi), Allah'ın cihanın canı, âlemin ruhu olması inancı, eski Yunan ve Roma dinleri, ilâhların doğması ve doğurması fikirleri Sâbie'nin bu Hızbâniyye mezhebine aittir.
Ebu'l-Hasen el- Kerhî demiştir ki: İmam-ı Âzam katında kitap ehli olan Sâbiîler Mesih dinine geçmiş olan bir kavimdir ki İncil okurlar.

Hırıbbâniyye'ye gelince: Bunlar sözlerini, "Azimun, Hürmüs, A'yânâ, Evazi" adıyla dört peygambere nisbet ederler ve içlerinde Eflâtun'un anası tarafından dedesi Solün'e de nisbet eden ve bunun peygamber olduğunu iddia edenler de vardır. Sünnet olmaktan, içkide sarhoş olmaktan yasaklarlar. Evlendirmede velî ve şahidlerin bulunmasını emrederler. Hâkimin hükmü (kararı) olmaksızın boşanmayı caiz görmezler. İki kadınla evlenmeyi de caiz görmezler
Hırıbbâniyye ise Hızbâniyye kadar ileri gitmemiş, az çok bazı peygamberlerin izini takip etmiştir Âzimun'un hazreti Şit, Hürmüs'ün Hazreti İdris (Hermes/ Tut/Thoth/Lah) olduğunu söylemişler, Hazreti Nûh'u da öne sürmüşlerdir ki (A'yânâ) dedikleri de bu olsa gerektir. Ve bu kısım Sâbie'de bir "kitap ehli" durumu da yok değildir.
Kıbleleri Güney Rüzgârının estiği yöndür. Kurban ve hac gibi görevleri vardır. Görünüşte Müslümanlardan farkları yoktur.

Fakat yıldızlara tapan Sâbiîler yani (Urfa) Harran bölgesindekiler ne İmam-ı Âzam, ne İmameyn hiçbirinin katında kitap ehli değildirler. Ebu Bekir er-Râzi "Ahkâm-ı Kur'ân"ında bunu naklettikten sonra der ki:
Şu zamanda Sâbiîler ismiyle bilinenlerde kitap ehli yoktur. Yani Harrân civarında bulunanların, gerekse Vâsıt çevresindeki Betaih kısımlarında bulunanların aslında milletleri birdir. Hepsinin de inançlarının aslı yedi yıldızı büyüklemek ve tapmak, onları ilâh kabul etmektir. Bunlar aslında puta tapıcıdırlar…”
“Aynı şekilde Rumlar, Şamlılar ve Cezire'liler (Mezopotamya ve Mısır’ın belli bölgeleri) Sâbiî idiler. Konstantin Hıristiyan olunca bunları kılıç ile Hıristiyanlığa sevketti. Ve o zamandan itibaren puta tapma battı ve bunlar görünürde Hıristiyanların içine karıştılar, fakat çoğu puta tapıcılığını gizleyerek eski mezheplerinde kaldılar.
İslâm dini ortaya çıkınca da Hıristiyan cümlesinden olarak İslâm zamanına dâhil oldular. Müslümanlar bunlarla Hıristiyanlar arasını ayırmadılar.

Çünkü bunlar putlara taptıklarını gizliyorlar ve asıl inançlarını açıklamıyorlardı. Gerçekte bunlar inançlarını gizlemekte en mahir (usta) kimselerdir. Çocuklarının akıllarının esmeye başladığından itibaren dinlerini gizlemeleri hususunda da birçok işleri ve hileleri vardır. İsmâîliyye, mezhep gizlemeyi bunlardan almıştır. Ve davetlerinin en sonu da bunların mezhebine dayanır.
Hepsinin aslı "yedi yıldız"ı ilâhlar kabul edip tapmak ve onların isimlerine göre putlar edinmektir. Bu hususta aralarında değişiklik yoktur. Harran bölgesinde bulunanlarla Bataih yöresinde bulunanlar arasındaki değişiklik, ancak şeriatlerinden bazı şeylerdedir. Ve bunlarda kitap ehli yoktur…”

Fakat Kitap ehli olup olmadıklarına gelince: Kitap ehli siyakında anılmış olmalarına ve Yahudi ile Hıristiyanlar arasında deveran ettirilmelerine göre kitap ehli değilse de Mecusî gibi ve hatta onları da içine alabilecek bir şekilde -şöyle böyle ikisi ortası- bir kitap ehli şüphesinde bulunduklarında bir îmâ (işaret) yapmış olmakla beraber "Kitap yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi." (En'âm, 6/156) âyetinin gösterdiği üzere Kur'ân'da Müslümanlardan önce kitap ehli denilişi Yahudi ve Hıristiyanlara mahsus olduğundan ve her iki âyette "Sâbiîn" ve "Sâbiûn", Yahudi ve Hıristiyanlardan ayrı olarak zikredilmiş bulunduğundan, âyetlerin zahiri (görünüşü) bunların kitap ehli olmadığını göstermektedir. Âlimlerin anılan görüş ayrılığı da gerçekte bu adı taşıyanlar içinde Yahudi veya Hıristiyanlardan sayılanlar bulunup bulunmadığını tayin ve tetkik etme meselesinden doğmuştur.

Şunu hatırlatmaya ihtiyaç yoktur ki, Nasara (Hıristiyan) ismi bütün Hıristiyan fırkalarını içine almış olduğundan Hıristiyanların, Yuhannasiyye, (Senjan Hıristiyanları- Sen Jan Şövalyeleri-Masonlar) dedikleri Sâbiîn grubu Hıristiyanlardan sayılan bir mezhep olunca, elbet bunlar da Hıristiyan ismi altında dâhildirler…”
Peygamber Muhammed’in halkı Hicaz Arapları ya da İbrahim oğlu İsmail’den sayarsak “Arap melezi Hicaz Yahudileri de Yezidiydiler ve Kürt Yezidilik dinini12.yy. başlarında kuran ve kutsal kitapları olan Mushaf-ı Reş (Kara Kitap) ile “Kitab-ül Cilve’yi” yazan da Emevi, melez Yahudi Şeyh Hadi’dir ve Muaviye’nin soyu halife Yezidilerden sonra Halife yapılan I.Mervan’ın soyundandır.

Bu da Muhammed’in ardından iktidarı devir alan Süfyan soyunun asla Müslüman olmadığını göstermektedir.
Şeyh Hadi, yazdığı bu kitaplarda tanrı olarak şeytan Tavus’u öteki adıyla Yezid’i gösterir. Ayrıca peygamber Muhammed’in arkadaşı Ebubekir, amcasının oğlu Süfyan bin Harb, oğlu Muaviye ve torunu Halife I. Yezid’i de “Tanrıları” olarak kaydetmiştir. Sabilik ve Zerdüştlük içerikleriyle dolu olan Yezidilik haliyle kadın-erkek eşcinselliğini de hoş görmekteydi. Çünkü eski kavimler, “tanrılarına benzemek, onlar gibi yaşamak” için eşcinselliği uyguluyorlardı.

Şimdi Sümer ve Babil kültlerinden sonra köklerini onlardan alan, yeryüzünde en belirleyici, iz bırakmış din olan Zerdüştlük kültündeki ”cinsiyet” kavramlarına “günümüz Zerdüştlerinin” kalemlerinden değinelim. Çünkü Yahudilere topraklarını, tapınaklarını ve “özgürlüklerini” geri veren Pers kralı Zerdüşt Büyük Krus’tu;

İran Zerdüşt Dininde Eşcinsellik;
İnternette yayın yapan İran Politik Kulübünün “Kültür, Din ve Mitoloji” sayfalarında yayınlanan “İran Mitolojisi, İran’ın Tanrı ve Tanrıçaları” konulu araştırma yazısından Zerdüştlük dinindeki “cinsiyet” kavramını okuyalım. Yazının Türkçeye çevirisi tarafımdan yapılmıştır.

““İran’da Cinsiyetin Yozlaşması
Eski Perslerde çok cinsiyetlilik tarzı vardı. Çok cinsiyetlilik cinsiyetlerin çok çeşitliliğidir. Vedalar öncesi çağlardan (M.Ö.6000-2000) beri olan bir gerçektir. Eski zamanlarda İranlıların günümüzdeki gibi cinsiyet tabuları yoktur! Eski İran toplumunda, erkek, dişi, hem erkek hem dişi (çift cinsiyetli-hermafrodit), ne erkek ne dişi (cinsiyetsiz),oğlan (gay, lezbiyen, transseksüel, travesti gibi cinsiyet kimliklerinin bütün tipleri vardı.
Şimdi sahip olduğumuz tanrı ve tanrıçaların cinsiyetlerine bakalım;
Erkek- tanrı Ehriman
Dişi- tanrıça- Anahita
Çift cinsiyetli (Hermafrodit)- Mitra
Cinsiyetsiz- Zervan
Kadınsı erkek tanrı- İndira
Dişi-erkeksi tanrı- Allatum (Ellatum-El Lat) v.b.

Eski İran’da Cinsiyet ve Ahlak
Eski İranlılar ahlakı cinsel organın (bel altının) bir hali olarak değil de aklın bir hali olarak gördüler. Kişinin anlayışı ve ruh hali onun ahlakını belirleyen öğelerdir ve kişinin cinsiyeti veya cinsel tercihleri onun ahlak düzeyinin belirlenmesinde etkili değildir. Eski İranlılar cinsiyete dayalı kavramların ötesindeydiler.

İleri İslâm İranında Cinsiyet ve Ahlak
AKP'nin en keskin yazarlarından
Aile pşanlşamacısı
İslam İran’ı vurduğu zaman her şey siyah-beyaz veya erkek- dişi oldu. İslam İran’ı vurduğunda ahlak, halkın cinsel organları ve cinsel eğilimlerince belirlenmeye başlandı. Heteroseksüellik (erkek-kadın ilişkisi, düz ilişki) izin verilen tek cinsel yaşam tarzı oldu ve onun dışındaki her şey tabu haline geldi. Bu nüfusun yarısının (kadınların) nasıl köleleştirilmesinin başladığını göstermektedir. Bu halkın cinsel tercihlerinin ve doğalarının onların ahlaki değerlerinin ölçülmesinde nasıl etken olduğunu gösterir.  Bu İslam-i bildiğimiz “ikili yaşamın” başlangıcını göstermektedir. İslam din adamları kendilerini ikili yaşama yönlendirdiler. Yüzeyde heteroseksüel yaşamı öne çıkaran vaazlar verirken her erkek için, “dört eşlilik” (Akdi), sınırsız “geçici evlilik” (Muta nikâhları), “cariyelik” (kadın köle) edinme gibi çok eşli evliliklere de inandılar.
Bu da “yasal İslam-i fuhuşu yarattı. Ayrıca İslâm din adamlarının çoğu, cami odalarında, Kuran kurslarında, genç öğrencilerle gizlice girdikleri eşcinsel (homoseksüel) ilişkilerle de meşgul oldular. İşte bütün bunlar İslam’ın ikiyüzlü, temelsiz, çürümüş değerler sisteminin İran kültürüne soktuğu, İranlıyı kirleten İslami doktrinlerden kalan fındık kabuklarıdır.”” Kaynakça-Persian Mythology, Gods and Goddesses; A Pictorial Research and Guide;by Ahreeman X; December 10, 2006 http://iranpoliticsclub.net/culture-language/mythology1/
Müslümanları oldukça kızdıracak ifadeler kullanan bu Zerdüşt yazar, Zerdüştlüğün de “sapıklığın pirliği” olduğunu dile getirmiş olmaktadır. Bu yüzden fazla kızmaya gerek yok.

İslam gelinceye kadar İslam'ın doğduğu yer olan Mekke'de de, İran'da da "Tapınak Fahişeliği Kültü" denilen dini uygulama sürüyordu ve bu dinin adı da Mecusilikdi. Yani "Mecüc/Cüce Cin ve şeytanlara ibadet" diniydi.
Şimdi okuyacağınız olay İslam'ın daha ilk surelerinin ayetlerinin tebliğ edildiği dönemlerde gerçekleşmiş. Bunları derleyen de kendisi de bir Arap olan, Muhammet'ten 50 yıl kadar sonra yaşama başlamış İbni İshak'tır.

MUHAMMET’İN VAHİY KESTİREN HATASI
Alberto Riviera gibi Hristiyan araştırmacıların iddiasına göre, Muhammet’e vahiyler, Mekke baş keşişi ve amcaoğlu olan Varaka b. Nevfel’in ölümünden sonradır. O da bunu Buhari hadis kitabına dayandırır. Ama İbni ishak başka bir konuya parmak basar ve bu olayda, İslam öncesi Kâbe ve çevresinde yaygın olan “Tapınak Fahişeliği Dini” gereğince yapılan bir olay neden olmuştur.
Okuyacağınız metin, peygamber Muhammet'ten 100 yıl kadar sonra İbni Hişam El Kalbi tarafından İbni İshak’ın yazdığı “Siret-ül Resulüllah (Peygamberin Hayatı)” kitabından alıntıdır;
“Hatice Tanrı elçisine (S.A.S.) "Ey Amcam oğlu! Şu sana gelen melek bir daha gelirse bana haber verebilir misin ?" demiş.
Tanrı elçisi ona: "Evet haber verebilirim" demiş.
Hatice ona: "Öyle ise bir daha sana geldiği zaman bana haber ver" demiş.
Çok geçmeden Cebrail (A.S) her defasında yaptığı gibi gene ona gelmiş.
Tanrı elçisi (S.A.S.) Hatice'ye dönüp "ey Hatice ! İşte Cebrail geldi" demiş.
Hatice ona "ey amcam oğlu kalk da sol dizimin üstüne otur" demiş.
Bunun üzerine Tanrı elçisi (S.A.S.) kalkıp Hatice'nin sol dizinin üstüne oturmuş. O zaman Hatice ona "Onu görüyor musun ?" diye sormuş, Tanrı elçisi "evet görüyorum" demiş.
Hatice ona "öyle ise kalk sağ dizimin üstüne otur" demiş. S-151
Tanrı elçisi (S.A.S.) kalkıp Hatice'nin sağ dizinin üstüne oturmuş.
O zaman Hatice ona "şimdi de onu görüyormusun ? diye sormuş.
Tanrı elçisi "evet görüyorum" demiş.
Hatice ona "Peki öyleyse kalk kucağıma otur" demiş. Tanrı   elçisi (S.A.S.) kalkıp Hatice'nin kucağına oturmuş. Hatice ona "hala onu görüyor musun ?" diye sormuş   o da "evet görüyorum" demiş.
O zaman Hatice, kucağında Tanrı elçisi (S.A.S.) oturmuş bulunduğu halde yüzünü açıp peçesini indirmiş ve Muhammed'e "nasıl hala onu görüyor musun ?" diye sormuş   o da "hayır, artık görmüyorum" demiş.
Bunun üzerine Hatice Muhammed'e "ey amcam oğlu! Müjde olsun. Bu işte diren, Tanrıya and olsun ki bu bir melektir, şeytan olamaz" demiş.
İslam öncesi Tanrı inanışı böyleydi. Şeytan
erkeklik organı ile bereketin temsiliydi.
İbn-i İshak der ki: Ben bu sözleri Hasan oğlu Abdullah'a anlattım. O da bana dedi ki: "Ben annem olan Hasan kızı Fatıma'nın Hatice'den naklen bu sözleri anlattığını işittim. Ancak annemin şöyle dediğini de duydum: Hatice gömleğini sıyırıp Tanrı elçisini (S.A.S.) çıplak vücuduna çekip kucaklamış. O zaman Cebrail gitmiş. Bunun üzerine Hatice Tanrı elçisine (S.A.S.): "Bu bir melektir. Şeytan olamaz" demiş”
Cebrail bir cin olduğuna göre, her kılığa ve her şekle girebilmektedir. Sabilik dininde kıyametin günahları kusursuz tartan adil yargıcı, doğru terazisi onun elindedir. Ayrıca da bir diğer sembolü de “erkeklik organıdır”. Greklerin Hermes’i ile aynıdır.
Yani kadın erkek demez, çıplak gördüğü an geçirir. Sabiler asırlar boyunca tol boylarına kilometre taşı olarak Cebrail’in erkeklik organını dikmişlerdir.
Bunu Sabi İncil’i okuyan rahip Varaka, yada rahibe Hatice ve onlardan Hristiyan olmuş, peygamberlik iddia ettirilen Muhammet bilmiyor muydu?
Yani, “tapınak fahişeliği dinlerinde” cebrail veya Allah , ilahiler, çalgılar, içkili yemekler eşliğinde çağrılır, cinsel ilişkiye girilir ve öğrenilmek istenilen bilgiler öğrenilirdi.
Bu yolları Cebrail de Hatice de Muhammet de biliyordu. İslam öncesi Mecusilikte de Ortodoks Hristiyanlıkta da Yahudilikte de bu böyleydi.
Hatice Muhammet’i kucağına alınca Cebrail nereye geçer dersiniz?
Takdir sizin.
Zaten bu olaydan sonra Cebrail geldiğinde “Muhammet, Hatice’ye selam söyle” der. Hatice de “Selam Allah’ındır, Allah’ın kendisidir.” Der. Bu cümleler, sıradan hileci bir Arap tüccarı kadının işi değildir. Ruhbanlık gerektirir.
Anlaşılması gereken anlaşılmıştır umarım.
Başka açıdan da şöyle düşünsek;
Mahremiyetle Cebrail’in sınanması gerektiğini Hatice nereden biliyordu?
Gökyüzünde Allah’ın sayısız meleklerinin en başta gelen dört meleğinden birisi olan Cebrail’e bu hareketi yapmak kimin haddineydi?
Cebrail sanki bu kadar kıymetli bir melek değil de Busra şehrinin manastır rahibinin posta güverciniymişçesine onu mahremiyetle sınamak hangi aklın ürünüydü?
Ya Kâbe’de iş tuttukları için taş edilen Safe ile Merve gibi çarpılsaydılar?
Bu inanan bir insanın girebileceği bir risk değildir.
Buna ancak, Muhammmet’in görümlerinin kendi anlattıklarının yansıması olduğunu bilen birisi cesaret edebilir, aksi dinen mümkün değildir.
Bunu yapabilecek kimse o zamanın Hristiyan ve Yahudilerinden değil de “tapınak Fahişeliği dinine ibadet eden, tapınakta, yemekli, içkili, müzikli, ilahiler eşliğinden tanrıyı çağıran, ilişkiye geçip gaybı öğrenme geleneği olan dinin rahibeleridir.
Rahip Bahira ve Varaka’nın Süryani veya Nasturi olduklarına göre, Sabilerin böyle ibadetlerini ortodoks Hristiyanlığa taşıdıklarını düşünebiliriz.
Hatice’nin yaptığı ancak böyle açıklanabilir. Yani bilimsel adıyla “Tapınak Fahişeliği Dini”.

Huveylid Kızı Hatice'nin İslam Oluşu

Huveylid kızı Hatice Muhammed'e inanıp Tanrı tarafından ona geleni tasdik edip Peygamberlik ödevini yerine getirmekte Peygambere yardım etti. Bu kadın Tanrıya, onun elçisine (S.A.S.) ve Tanrı   tarafından gelen şeylere ilk inanan kimse idi. Bu vesile ile Tanrı, elçisinin ödevinin ağırlığını   hafifletti. Tanrı elçisi, reddetme ve yalancı çıkarma gibi sevmediği şeyler işitip üzüldüğü zaman onun yanına döner dönmez Tanrı Hatice vasıtasiyle onun üzüntüsünü giderirdi. Hatice Tanrı elçisine (S.A.S.) direnmesini söyler, teselli eder, tasdik eder halkın yaptıklarını   hoş görmesini tavsiye ederdi.
İbn-i Hişam diyor ki :". İbn-i Hişam diyor ki: Sözünün doğruluğuna güvendiğim bir kimse şunları anlattı: Cebrail (A.S.) Tanrı elçisine (S.A.S) gelip ona "Hatice'ye Tanrının selamını söyle" demiş, Tanrı elçisi de "Ey Hatice! İşte Cebrail (A.S.), sana Tanrının selamını getirmiş" demiş. Bunun üzerine Hatice "Selam Tanrının kendisidir. Selam ondan gelir . Cebraile de selam" cevabını vermiş. “
Hatice’nin verdiği cevap ilginçtir; “Selam tarnının kendisidir.Selam ondan gelir. Cebrail’e de selam!”
(Hatice’nin burada dini de tanrı kavramını da yorup, yorumlayan ruhban bir kişiliği vardır ve tartışma götürmez derecede bu açıktır. Sıradan tüccar bir Emevi kadınının bu birikimde olması mümkün değildir.Alaeddin Yavuz)
Bu erkek çocuğu bu Afgan Taliban'ın karısıdır.
Sonra vahiyler de kesilir.
İbn-i İshak der ki: Bundan sonra bir müddet Tanrı elçisine vahiy gelmez oldu. Bu durum Tanrı elçisine ağır geldi ve onu üzdü.
(Vahiy gelir mi, cenabet ettin ortalığı. Cebrail’e tapınak fahişeliği ayini yap sonra vahiy gelsin. O da baktı ki bu Arapların adam olacakları yok, eski putperest ibadetlerindeki ayarı tutturup, kafasına göre takılmaya başlamış olmalıdır.)
Sonra Cebrail ona Duha suresini getirdi. Bu surede, kendisini peygamberlikle üstün kılan Tanrı!! Peygamberini bırakıp unutmamış olduğuna and içiyor. Tanrı buyuruyor ki "Kuşluk vaktine ve sessiz geceye and olsun ki Tanrın seni bırakmadı, unutmadı da" (Duhan Suresi 93:1-3).
Ama, Tapınak Fahişeliği Dinlerinin Bereket Ayini böyle cinsel içerikliydi. Cebrail bunu kabul etmedi ve cezalandırdı deyin ne derseniz deyin ama bu olay tarihte yerini almıştır. Peygamberler de eşleri de mükammel insanlar değildir. Toplumlarının yaşayış ve ibadet tarzı ne ise ondan farklı hareket etmeleri de beklenemez.
Bu gün de İslam, bu tür Vatikan merkezli dayatmalarla bu Bereket Tanrısı Kültüne evrilmektedir.
Bu yüzden kimse beni suçlamasın. Dinin gerçekleridir bunlar. Yoksa her şey iyiyse din neden yenilendi? Peygamber neden geldi?
Aptal olmayın. Araplar biseksüel bir toplumdu, her iki cinsle ilişkiye girerlerdi. Zeyd’i satın alıp peygambere hediye eden de karısı Haticedir. O da bu kitapta yazılıdır. Muhammet de biseksüeldi. O toplumdan farklı olamazdı, değildi de.

Bereket Ayinlerine Dayalı Tapınak Fahişeliği Kültü Günümüzde Yaşıyor mu;

Hıristiyanlık ile İslamiyet’in gelmesiyle terk edilip, geçmişte kaldığını düşündüğümüz “Tapınak Fahişeliği Kültü’nün” yeni dinlerin baskılarından korunmak için, onlara benzeyerek ancak “eski özelliklerini” gizli ayinlerinde saklayarak, “Tarikat” olarak bilinen dini bölünmeler içinde yaşamlarını sürdürdüklerini görüyoruz.
Bu tepki, sapkınlığın devletin ve dinin
başındakiler ile sürdüğünü göstermektedir.

Bu gizli kültler içinde yaşanan fahişeliğin günümüzdeki adının “Tarikat ve Sosyete Fahişeliği” olduğunu, tiyatro, sinema ve ses sanatçıları olarak her gün gözümüzün önünde olduklarını, devletin ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamıyla iç içe olduklarına, tanık oluyoruz.

Bu yazının yazılmasından tam iki yıl sonra, ortaya çıkan bir gelişme, bu kültten olup kendilerini Müslüman olarak tanıtan sapkın, Rum/Grek kökenli Arapların kurduğu batı yanlısı terör örgütleri ve onlara maddi manevi destek olan bu sapkın tarikatların imamlarının bir örneğini okuyacaksınız;

ŞEHVET CİHADI
Suudi Arabistan Deniz Kuvvetleri Kral Fahd camisinin imamlığığını yapan, 1970 doğumlu, İslam cihadını savunan, Vehhabi/Selefi (İslam’a muhalif olan) imam Mohamad bin Abdul Rahman al-Arefe (Muhammet bin Abdülrahman el Arifi) nin Suriye’de son üç yıldır sürdürülen emperyalist Haçlı Saldırılarında maşa olarak kullanılan Selefi militanlara, batılı paralı askerlere “gönüllü olarak cinsel hizmet veren kadınların cennetlik olacaklarını” vat eden fetvasından sonra dini inancının mı azgınlığının mı etkisiyle din adına bir fuhuş kampanyası daha başlatıldı.
Seks cihadına katıldı 1000 militanla oldu

15 yaşındaki Suudi Arabistanlı Ayşe Al Bakri, Suriye’de “Cihad El Nikah”a yani “Seks Cihadı”na katılmak için 3 ay önce ayrıldığı vatanına geri dönüyor. Geri dönüş sebebi ise 1000’den fazla militanla birlikte olan genç kadının hamile kalması.



Azeri Faktxeber.com sitesinin Mısır basınına dayandırdığı habere göre Ayşe, Riyad’a uçmak için geldiği Beyrut havalimanında, çok tartışılan “din” adamı Muhammed Al Arifi’nin fetvasını duyduktan sonra Suriye’ye gitme kararını aldığını anlattı. Genç kadın, “Allah’a daha yakın olmak için Suriye’de savaşan cihatçılarla Cihad Al Nikah’a girmek gerekir” dedi ve Suriye’de 1000’den fazla mücahitle cinsel ilişkiye girdi. Ayşe çoğunlukla Cezayir, Pakistan, Somali, Irak ve Etiyopyalılarla birlikte olduğunu doğruladı.

Şu anda hamile olduğunu ve doğacak çocuğun babasının kim olduğunu bilmediğini ifade eden Ayşe, babasının Al Nusra Cephesi liderinin olduğunu düşünüyor. Terör örgütü liderinin İsrail ziyareti sırasında onu beraberinde götürdüğünü belirten Suudi kadın, terörist elebaşının İsrailli istihbarat subaylarıyla görüştüğünü ve onlardan askeri planlar, silah ve Suriye ordusunun hareketlerine ilişkin casus uydulardan çekilen fotoğraflar aldığını anlattı.

Al Nusra Cephesi, El Kaide, İsrail, Katar ve diğer Batılı ülkelerden oluşan ittifakın Suriye’de galip gelemeyeceğini iddia eden Ayşe, “Umutsuz depresyon “cihatçılar” üzerinde kontrol kurdu, bazıları Suriye Ordusu karşısında yaşadığı korku yüzünden Suriye’den kaçtı” şeklinde konuştu.

Suriye silahlı kuvvetlerinin Galibiyeti’nin yakın olduğunu vurgulayan Ayşe, çok sayıda cihatçıya ait cesetleri çöp yığınında gördüğünü de anlattı. http://dunya.milliyet.com.tr/seks-cihadina-katildi-1000/dunya/detay/1862544/default.htm
Seks cihadına Türkiye gönderiyormuş!

Suriye'ye kızların seks cihadına gönderilmesinde Türkiye'nin de yardım ettiğini iddia etti!



"Seks cihadı" iddiasını ortaya atan Tunuslu bakanın sözlerinin üzerine kızların Suriye'ye ulaştırılmasında Türkiye'nin aracı olduğu iddia edildi.

Rusya'nın Sesi'ndeki habere göre Tunus İçişleri bakanı Lotfi bin Ceddu Tunus Ulusal Meclisinde yaptığı konuşmada Tunuslu kızların Suriye’deki “seks cihadı”na katılarak islamcı savaşçıların seks ihtiyaçlarını karşıladıklarını iddia etti.
Bakanın söylediğine göre Tunuslu kızlar 20, 30 ve 100 cihatçı ile seks yapıyor.

Ondan sonra çoğu hamile olarak yurduna dönüyor. Bakan ne kadar sayıda Tunuslu kızların Suriye’den böyle durumda geri döndüklerini detaylaştırmadı. Yerli medya grupları ise bu sayının en az 100 olduğunu duyurdu.

Tunus’ta çıkan “Aş-Şuruk” gazetesi baş yazarı yardımcısı Safiyan al-Asvad, Rusya’nın Sesi radyosuna verdiği demeçte hükumetin gösterdiği bu tepkiyi geç verilen ve yeteri olmayan tepki olarak nitelendirerek şunu söyledi:

Suriye krizi başladıktan sonra İslamcılar Suriyeli teröristler için kızlarımızın gönderilmesini organize ediyorlardı. Onlar zavallı kızları ağlarına kandırıp çekiyorlardı. Bugün hamile olarak geri dönen kızlar ne ailelerine ne de topluma lazım değildir. Ana babalar çoğu zaman onları reddediyorlar.

Yönetimin eylemsiz kalarak bu sosyal probleme dikkat göstermemesi, Tunusluları öfkelendiriyor. Tüm insan hakları örgütleri acele olarak bu konuyu görüşüyor ve bu tür fuhuş ile ilişiği olanlar hususunda soruşturmanın başlatılmasında ısrar ediyor. Söz konusu sadece birisine gelir sağlayan “gezici genelev” değil yalancı islamcılar tarafından legalize edilen örgütlü bir sistemdir. Sırası gelmişken kaydetmek gerek ki Suriye’deki savaşa katılanlar arasında Tunuslular oranı çok yüksektir. Suriye’de 2 bini aşkın Tunuslunun öldüğü tahmin ediliyor.

TÜRKİYE'DEN SURİYE'YE ULAŞTIRILIYOR

”Seks hizmeti” veren kızlar sayısı da her halde resmen kabul edildiğinden kat kat daha büyüktür. Aralarında ergin olmayan kızlar da, çok yetişkin yaşta kadınlar da var. Onlar evvela Libya’ya, sonra Türkiye’ye gönderiliyor ve Türkiye’den Suriye’ye ulaştırılıyorlar.

Niçin asıl Tunus, savaşçılar ve “seks cihatçıları” ihracatçısı haline geldi? Bunlar Suriye’ye daha yakın bulunan her hangi başka bir ülkeden daha kolay ve daha çabuk ulaştırılabilirdi.Safiyan al-Asvad sözüne devamla şunu söyledi:

Bu, 2011 devriminin sonucudur. O zaman Tunus'ta radikal islamcılar iktidara geldiler. Tunus’a Selefiler akımı başladı. Onlar savaşçılar ve “geçici karılar” Suriye’ye gitmeye kandırmak için faaliyete başladılar. Her gün Tunus uluslararası havalimanı pekçok yabancı vaızları kabul ediyor. Halbuki önceleri bize yaz elbiseler giymiş turistler geliyorlardı. Resmi yönetimin normal iç politikası yokluğu koşullarında yabancı vaızlar kendi politikalarını uygulıyorlar. Resmi istatistiklere göre 2011 devriminden sonra 100 bini aşkın çocuk okula devam etmiyor ve alternatif öğrenimi yapmıyor. Böylelikle öğrenim görmemiş 100 bin ergenin aşırıcıların etkisi altına düşmesi olasılığı var. Yönetimin eylemsizliği Tunus’taki durumun daha da kötüleşmesine neden olabilir.

Tunus İçişleri bakanı Lotfi bin Ceddu’nın bildirdiğine göre bakanlık kadın ve erkeklerin Suriye’ye gitmelerini engellemek için havalimanlarında daha sıkı kontrol uygulamak talimatını verdi. Bakanın iddia ettiğine göre kendisi bu yılın Mart ayında görevine başladıktan sonra hükümetçe yaklaşık 6 bin Tunuslu’nun Suriye’ye gitmesi engellendi.

KIZLARIMIZ SEKS CİHADINA GİDİYOR

Tunus İçişleri Bakanı genç kızların kandırıldığını ve "seks cihadı" için "takas" edildiğini; ülkelerine hamile olarak geri döndüklerini söyledi. "http://sozcu.com.tr/2013/dunya/seks-cihadinda-kopru-turkiye-378490/

İşte bu kültün devamı olarak günümüze kadar gelen kadın/erkek icracıları olan “Saray Fahişeliği” konusuna eski Greklerden günümüze kadar bir göz atalım;

Saray Fahişeliği (Courtesan)

Esasında Saray Fahişeliğinden kasıt, hükümdarın (monark) veya güçlü/ asil/ kodamanın sarayına devamlı giden “dişi saraylı” (courtier) anlamına gelir.
Feodal toplumda saray hükümdarın ikamet yeri olduğu kadar aynı zamanda hükümet merkeziydi ve toplumsal yaşamla siyasi yaşam burada birbirine karışırdı.
Frine'nin yargılanması.
Ne yargılama ama değil mi?
Yargıya bak yargıya!
Aldığım blog yazarına göre bu tablo bulunan
gerçek tablonun resmiymiş!
Eski Greklerde saray fahişelerine “Hetaeras” denilirdi. Bunlardan en öne çıkanlarından birisi ise Phryne (Frine) adlı bir kadındır ve gerçek adı ise Mnesarete’dir. Grek güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit heykelinin de modeli olduğu iddia edilir. Onu tanımlamak üzere “16” yağlıboya tablo ve “31” heykel yapılmıştır. Birçok saray fahişesi gibi onun da adının kötüye çıktığı dönemler olmuştur. Böyle olaylardan birisinde mahkeme önünde yargılanırken, sevgilisi ve avukatı olan şahıs bakmış ki işler kötüye gidiyor ve iddialara karşı savunmak zorlaşıyor. Hemen Phryne’nin memesini elbisesinden dışarı çıkartarak yargıca ve Jüri heyetine gösterir.
Ve yargıç ile jüri heyeti memeyi görür görmez meraklanırlar ve her iddia için vücudunun bir başka bölgesini açtırıp düşürmek suretiyle tüm vücudu çırılçıplak kalıncaya kadar soyulmasını sağlarlar ve yeterince güzelliğini seyre doyduktan sonra anında davayı karara bağlarlar. Kararı merak mı ettiniz?

Ne olacak ki haliyle; “Beraat!”

İşte bu yargılama olayı da Greklere o kadar dokunmuş ki bu “ADİL(!) YARGILAMANIN” yağlı boya bir resmini yapmayı da ihmal etmemişler.
Phryne bu işinden dolayı öyle zengin olmuştu ki, Büyük İskender Mısır’ı işgal edip Tebes’e yerleştiğinde, şehrin surlarından birisini yaptırmayı üstlenmiş ve duvarın kendi çıplak resmiyle süslenmesini istemiştir. İskender’in bu duvarı yıktıracağının iddia edilmesi üzerine de “İskender yıktırırsa Hetaeras onu yeniden yaptırır! Denilerek onun kudreti ifade edilmiştir. Neyse ki bunlara gerek kalmadan şehir meclisi onun bu isteğini geri çevirmiştir.

Rönesans öncesinde saray fahişeleri (courtesan) ziyaret ettikleri asil kişinin hizmetçilerinden aldıkları önemli bilgileri ilgili asil kişinin hizmetçilerin/kölelerine iletme görevini de yapıyorlardı.
Rönesans Avrupa’sında saray fahişeleri, yüksek sosyete içinde çok fazla önemli roller üstlendiler. Asiller siyasi itibarlarını korumak için kan bağlarını saraya dayandırmakla eş anlamlı gördüklerinden, sarayda yaşayanların hoşnutluklarını ve arkadaşlıklarını kazanmaya gayret ediyorlar ve alışılageldiği gibi de evleniyorlardı.
Fiil olarak “to court”, “sarayda oturmak” demekti ama sonraları  “saraylı (fahişe-courtier) gibi davranmak” olarak anlaşılmaya başlanıldı ve daha sonraları da “birine tutkuncasına (aşık) önem vermek” şekline dönüştü. Hükümdarın en sıkı fıkı arkadaşı “favori” olarak adlandırıldı.

Rönesans kullanımında (15.16.yy.) İtalyanca sözcük olan “cortigiano” (courtier) hükümdarın metresine atıf yapmak için kullanılmaya başlanıldı. Sonraları kendisine “arkadaşlığı” karşılığında itibar, mevki zenginlik, asalet, lüks yaşam sağlayan yüksek sosyeteye mensup kişilerle arkadaşlık eden şarkıcılık, dans sanatları gibi konularda çok iyi eğitimli, hafif meşrep bağımsız kadınları tanımlamak için kullanıldı. İngilizceye Fransızca “courtisane” kelimesinden 16. Yüzyılda ödünç alınan kelime “court  mistress” (saraylı metresi) birleştirilerek ”fahişe” anlamlarında kullanıldı. Erkek şahsiyet için ise İtalyanca “cicisbeo”, Fransızca “chevalier servant” ve İspanyolca “cortejo” sıfatları kullanıldı.

Fransızca anlamı olan “chevalier servant”  (hizmetçi/köle kavalye) bileşik ismi 18.yy. Avrupa’sında evli bir sosyete hanımı için “hanımefendinin eskortu” demekti.
Bu gün “courtesan” terimi, zengin müşterilere hizmet eden “efemine/kadınsı” erkek bir fahişeyi tanımlamak için kullanılır.

Saray fahişeleri esas olarak iki sınıfa ayrılıyorlardı. Birinci sınıfta olanlarına İtalyancada “cortigiana onesta” (Onurlu Fahişe) deniliyor ve eğitimli, zeki (entelektüel) sınıftan sayılıyorlardı. İkinci sınıfta olanları ise “cortigiana di lume” (aşağı sınıf fahişeler) olarak anılıyorlardı. Asil evli kadınlardan bir alt düzeyde sagı görüyorlardı. Yaptıkları sanata da “courtisanerie” (saray fahişeliği) deniliyordu.
Saray fahişelerinin yüksek gelir düzeyindeki ailelerden olmamalarından dolayı, uzun süreli cazip arkadaşlıkları süresince onların isteklerine önem verilmezdi ve istenildiği an hemen işlerini yapmaya hazır olmaları gerekirdi.  Dini açıdan onaylanmayan bu meslek,  gelir elde etme amacına dayalı olduğundan “saray fahişeliği“ ahlaksızlık olarak görülüyordu.  Saray fahişeliği mesleği, yaygınlaştığı on yedinci yüzyıldan yirminci yüzyıl ortalarına kadar yüksek sosyete çemberi içinde varlığını sürdürmüştür.

Victorya çağında İngiltere’de saray fahişeleri hakkında bazı yasalar çıkartılarak asiller sınıfında yükselmeleri veya öğrendikleriyle siyasi krizler çıkarmaları engellenmeye çalışıldı. Bu yüzden hükümdarı etkileyerek resmi eşi olmayı kesinleşmiş olanların bazıları büyücülükle suçlanarak idam edildiler veya açlık-sefalet içinde yaşamaya terk edildiler.

Tarih boyunca yaşamış bazı ünlü saray fahişelerinden bazı örnekler verelim;
Hyccara’lı Lais; M.Ö.340’ta öldürüldü.

Aspasya : M.Ö 469-409 Grek generali ve devlet adamı Perikles’in sevgilisiydi.
Diaochan: M.S. 169’da doğdu, Üç Krallık döneminde savaşçı Lü Bu ve Savaşçı Dong Zhuo’nun sevgilisiydi.
Teodora : M.S. 6.yy. Yalova’da meyhane fahişesiyken evlendiği bir general sayesinde saraya kapağı attıktan kısa süre sonra İstanbul’da Bizans İmparatoru Hıristiyan Jüstinyen’in resmi eşi oldu. Öldükten sonra da Hıristiyan aziz ilan edildi.

Agnes Sorel 1421-1450 Fransa Kralı VII.Charles’in metresiydi ve Fransa’da ilk resmi metres oldu.
Jane Shore 1455-1527 İngiltere kralı IV. Edward’ın metresiydi.
Mary Boleyn 1499-1543 İngiltere Kralı VIII.Henry’nin ve Fransa kralı I.Fransis’in metresiydi.
Tullia d’Aragona 1510-1556 İtalya’da çeşitli şehirlerde fahişelik yaptı, şiirleri yayınlandı.
Madam Pompa
Madame de Pompadour 1721-1764 Fransa kralı XVI. Lui’nin uzun süreli sevgilisiydi, en ünlü metreslerdendir.
Madame de Buarry  (Bowary) 1743-1793
Mata Hari 1876-1917

Fransız yazar Aleksander Dumas’ın “Kamelyalı Kadın” romanı ve İtalyan besteci Guiseppe Verdi’nin La Traviata operasına konu olan, romanda adı geçen kadın saray fahişesi Marguerita Gautier’e hitap etmektedir.
Catherine Mc Cormack’ın baş rolünü oynadığı “Dangerous Beauty” (Tehlikeli Güzellik) filminin konusunun alındığı Margaret Rosenthal’ın “The Honest Courtesan” (Namuslu Saray Fahişesi) adlı baş döndüren kitabı 1577’lerde yaşamış Venedikli saray orospusu Veronica Franco’nun hikâyesini anlatmaktadır.
Emile Zola’nın “Nana” romanına adını veren de böyle bir fahişedir.

Anne Rice’nın “The Vampire Armand”  (Vampir Armand) eserinde geçen Bianca  (beyaz) bir saray fahişesidir.
Christopher Ogden, İngiltere eski başbakanı Winston Churchill’in oğlu Randolph Churcill ile evlenen
Pamela Digby Churchill Hayward Harriman’ın biyografisini yazmıştır. Ogden’a göre, Harriman erkeğinin üzerine olağanüstü biçimde yoğunlaşıyor ve ona “gökyüzündeki gezegenlerin güneşin etrafında yörüngelerine girdiklerinden bu yana en önemli insan olduğunu kabul ettirmeyi başarıyordu. Erkeğinin yiyeceğini, giyeceğini, neyi okuyup okumayacağını, otururken sırtı ağrıdıysa anında yastığı ardına yerleştirmekten güneşin rahatsızlık verdiğinde perdeyi anında çekmesine kadar her işine incelikle önem veriyordu. O asla fakir bir adama âşık olmamıştı. 19 yaşında Chjurchill ile evlendiğinde ise ilk kez “saray fahişeliğini” öğrenmiş ve onların ağır siklet şampiyonu olmuştu.
Saray fahişesi Harriman kocası
Leland ile

Onun sevgililer listesinde, Edward R. Murrow, Elie de Rotschild, Aly Khan, Jock Whitney ve Gianni Agnelli gibi dünyaca ünlü adlar vardı. Ek olarak da kocaları Leland Hayward ile devlet adamı Averel Harriman’ı da belirtelim.

Ogden’in dediğine göre, bazen kayınpederi Winston Churchill ile de yattığı olsa da, Dawning Street (caddesi) 10’da savaşı tartışırken de ona “Papa” diye hitap etmekten geri kalmıyordu. Ona göre birlikte olduğu adamın zenginliği, mevkisi veya belirsizlikleri pek sorun değildi. O yardım edeceği hassas noktayı tespit eder etmez anında işini yapıyordu. Bu adamlar da onu tüketiyorlardı.
Harriman daha sonraları Amerika Birleşik Devletlerinin Fransa Büyükelçisi olur ve 1997’de Paris Ritz’in çatısında bulunan yüzme havuzunda ölür.

Kaynaklar;
Notlar;
1-İngiliz Oxford sözlüğünde “courtesan-zan” kral naibiyle alakalı birisi”, “saray metresi”, Etymon’un Fr. “courtesane” zamir “cortigiana”, Florio’da, “cortegiana”  a curtazane, a strumpet” ve original “ woman attached to the court- fem (dişil) cortidiano” Doğrudan 1565 yılı İtalyancasından alıntıdır.

2-Neden İtalyancadan alıntı yapıldığına gelince, Baldasare Csatiglione “The Book of the Courtier” (Saray Fahişesinin Kitabı” adlı eserinde “cortigiano=Courtier=Saray fahişesi” sıfatının eril/erkek” olduğunu, feminine/ dişil halinin ise “cortigiana /İng Courtesan” olduğunu belirtmektedir.
3- icqurimage.com,2005 sitesinde yayınlanan “A brief Hıstory of Courtesan” (Bir fahişenin Hayatından Özet) adlı yazı.
Carmen Martin’in “Gaite’si”. California Press Üniversitesi 1991;Berkeleyden  “Love Customs in Eighteen Century Spain” (On sekizinci Yüzyıl İspanya’sında Aşk Gelenekleri” adlı kitap.
Griffin- Susan’ın “The Book Of the Courtesan (Saray Fahişesinin Hayatı) a Catalogue of Their Virtues New York Broadway Books
4- Grek Phryne efsanesi “Fishcakes and Courtesans” - James Davidson’un “Balıklı çörek ve Saray Fahişeleri” adlı kitabından alınmıştır. http://www.salon.com/writer/christina_valhouli/
Bu özetle geçmişle günümüz arasında gidip gelerek fahişeliğin aristokratlar arasındaki önemini görmüş olduk.
Oğluyla ilişkiye girdiğini itiraf eden Selam Erdal

Bu kültlerin rahip ve rahibelerinden tapınak görevlilerine ve bunların dinlerine tapınan müritleri meydana gelen hanedan değişiklikleri sonucunda ya da ülkelerini işgal eden öbür devletlerin krallarınca veya geçmiş yüzyıllarda Sümer, Babil, Asur, Pers, Mısır, Roma’dan dünyanın başka yerlerine sürüldüler. Bunların soyları Avrupa’da Rönesans’tan demokratik düzene kadar her türlü gelişme ve iç karışıklıkların odaklarında bulundular. Amerika’nın ve yeni yerlerin keşifleriyle birlikte batının sömürgesi olan her yere gidip yerleştiler. Göçemeyenleri ise “Sabi=Her dine dönenler” gibi her gelenin davulunu çaldılar ve “araziye” uydular. Ama asla pes etmediler.

Edwin M. Yamauchi’nin yazdığı “Gnostic Ethics and Mandeans Origins” (Gnostik Ahlak ve Mandean (Sabi) Kökenleri) adlı kitapta (S.20.Prg.3) “Böhling Sabiler ve öteki Gnostiklerin Tevrat ve İncil’e bağlı kaldıklarını Tufan, Sodom ve Gomora konularına bakarak ifade etmektedir. Aynı yazar, Adem’ ve Vahiyler bölümlerinin Sabiler ile Suriye-Filistin vaftiz çemberine dayandığını ifade etmektedir.

A.R.Colon ile P.A COLON’un “A History of Children” adlı kitapların da Saafa 18-19’da babanın çocuklar üzerindeki vesayetleri düzenlenmiştir;
Babil kralı Hammurabi’nin Yasa tabletlerinde “Baba ailenin en üstün kişisi olarak tanımlanır”. Madde 192-193 ve 195’te Babasına karşı gelen veya onurunu zedeleyecek iş yapan çocuğa kesin en ağır cezalar verilmektedir. Nu cezalara göre çocuk, dilini, bir gözünü veya babasını incitmenin derecesine göre parmaklarını kaybedebilir. Babanın otoritesi çocuklarını ücret karşılığında veya paralel olarak borçları karşılığında kullanma hakkına kadar uzanır. Onları kölelik ve esaret için satabilir. Hala babanın gemleri dizginlenmemiştir ve madde 117’de  “üç yılla sınırlı olmak üzere köleliğe maruz bırakabilir.”

Yazının İngilizcesi;
“In Hammurabi’s Code, “The father was acknowledged as the supreme head of this unit [family]. Codes 192, 193, and 195 are explicit regarding the harsh penalties that would befall any child who did not bestow appropriate honor and respect on the father who reared him. A son could lose a tongue, an eye, or fingers, depending on the circumstances of the offense. The father’s absolute authority extended to a right to use his children as payment of or collateral for debts. He could sell them into slavery or servitude. Still, parental power was not unbridled. Code 117, for instance, . . imposed a three-year limit to this slavery.”


Günümüz Kürt ve Arap Yezidileri (Sabiler) halen kızlarını bir dönüm arazi fiyatına satmaktadırlar. O parayı babalarına ödeyen kızlar satıştan kurtulabilmektedirler. Oysa sekiz-dokuz yaşlarında satılan çocukların bu parayı nasıl temin edebilecekleri de ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Kız çocukları bebek iken “beşik kertmesi, berdel gibi geleneklerle evlenecekleri kişi belirlenmektedir. Başlık parası ödemeyen damat ve ona kaçan kız birlikte “töre cinayeti” adı altında öldürülmekte ve devlet bunlara ceza indirimi uygulamaktadır. 

İran’da sözde İslami rejimin kurucusu Ayetullah (Allah’ın ayeti,sözü) Ruhullah (Allah’ın ruhu-Allah’ın ruhunun ve sözünün birleştiği kişi Yani Allah) Humeyni yaptığı sözde medeni hukuk kitabında “süt emmekte olan bir kız çocukla girilecek cinsel ilişkiyi ve çocuğun kocasının evinde” kalacağını yasalaştırmıştır. İslam’da bile yeri olmayan bu gelenek İran’In eski Mitracı/Yezid/Zerdüşt geleneklerine dayanmaktadır. Bunlar da göstermektedir ki Hammurabi’nin Babil yasaları halen yürürlüktedir.

A.R.Colon ile P.A COLON’un “A History of Children” adlı kitapların da eski Sabilerin “yamyam” oldukları tespit edilmiştir. Kitabın ifadesi aynen şöyledir;

İfadenin İngilizcesi;
During a religious festival of the Ancient Sabeans, the Sabeans pressed grapes and slaughtered a male newborn who was then "boiled and deboned; the flesh was rolled in flour, oil, saffron, raisins, and spices and then over-baked. It was eaten by the priests during the ceremony to Shemal.”
Türkçesi;
“Eski Sabilerin dini bayramlarında üzümleri ezip şıralarını çıkartırlar, yeni doğmuş erkek bebeği etleri kemiklerinden ayrılıncaya kadar kaynatırlardı. Kaynatılmış eti unla yoğurup, yağ, safran, baharat ekleyip fırına veriyorlardı. Hazırlanan yemek(!) Şemal bayramında rahip tarafından yeniliyordu.” A.R. Colón with P.A. Colón, A History of Children: A Socio-cultural Survey Across Millennia, Greenwood Press, Westport, CT (2001), pp. 42 (endnote omitted). Available through: http://www.amazon.com/exec/obidos/tg/detail/-

Münevver Karabulut Cinayeti
Bana göre tam bir Tarikat Fahişeliği ve İnsan Kurban ayini olayı olan zavallı genç kız Münevver Karabulut’un esrarlı ve acıklı hikâyesi. Hükümet ve yargı tarafından sanık ve sanık yakınlarına koruma yapıldığı açık olduğundan basın olayı sürekli gündemde tutmakta ama basın ahlakı ya da başka baskı veya tehditler yüzünden olayın gerçek yüzü hakkında kanaat belirtmekten hep kaçındı.




Her şey 3 Mart 2009'da Etiler'de bir çöp bidonunda bulunan bir ceset ile başlamıştı.Münevver Karabulut, Bahçeşehir'de bir villada bıçaklanarak öldürüldükten sonra başı gövdesinden ayrılmıştı. Valizlere ve gitar kutusuna konulan ceset Etiler'de çöp konteynırına atılmıştı. Aynı gece cesedin kime ait olduğu belirlenip failin Cem Garipoğyu olduğu ortaya çıkarılmıştı.

27 Nisan 2009: Cinayette ilk tutuklama meydana geldi. Cem G.'nin babası Mehmet Nida Garipoğlu, Münevver Karabulut'un tırnakları arasında DNA'sı bulunduğu tutuklanarak cezaevine gönderildi.

14 Mayıs 2009: Firari zanlı Cem G. için kırmızı bülten çıkarılıp 176 ülkede aranmaya başlandı.

21 Mayıs 2009: Cinayet ile ilgili olarak adli tıp kurumu raporu ortaya çıktı. Raporda Karabulut'un vucudunda Cem G.'nin dışında başka kişilere ait olabilecek DNA örnekleri bulundu.

30 Mayıs 2009: DNA örneklerinin Cem G. ve ailesine ait olmadığı ortaya çıktı.(?)

23 Haziran 2009: Süreyya Karabulut'u tehdit ettiği iddiasıyla Şinasi D. isimli şüpheli tutuklandı.

Münevver Karabulut'un yatar vaziyette bıçaklandığını, maktule canlı iken kafasının çok muntazam bir şekilde kesildiğini söyleyen Epözdemir, cinayeti Cem Garipoğlu'nun tek başına işlemesinin mümkün olmadığını öne sürerek, cinayetin önceden tasarlandığını savunmuştu.


Bu arada, kanlı görüntülerin ekrana yansıması sırasında Mahkeme Başkanı’nın yüzünü ters tarafa çevirmesi dikkat çekmişti.

İDDİANAMEDEN


İddianamede, katil zanlısı Cem Garipoğlu'nun babası Mehmet Nida Garipoğlu'nun, ''tasarlayarak, çocuğu veya beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak kişiyi canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme suçuna iştirak etmek''ten ağırlaştırılmış müebbet, Hayyam Garipoğlu, Habib Kurt, Mehmet Karakayalı ve Ahmet Batur'un ''suçluyu kayırmak'', anne Tülay Makbule Garipoğlu'nun da ''suç delillerini yok etmek, gizlemek veya değiştirmek'' suçundan 6 aydan 5'er yıla kadar hapis cezasına çarptırılmaları isteniyor.
http://www.sabah.com.tr/fotohaber/gundem/munevver_cinayetinden_sok_goruntuler?tc=25&albumId=22498&page=5

Yargıtay'ın Cem Garipoğlu kararı


Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Münevver Karabulut'un katili Cem Garipoğlu'na ''çocuğa karşı, tasarlayarak, canavarca bir hisle ve eziyet ederek öldürmek'' suçundan verilen 24 yıl hapis cezasını onadı. Daire, baba Nida Garipoğlu hakkındaki beraat kararını da bozdu.

Çilecilik (Asceticism)

Asceticism Grek dilinde “σκησις, áskēsis,” uygulama veya eğitim anlamına gelir.
“Ascetic” zamiri eski Grek dilinde tecrübe, eğitim ve uygulama “askesis”  teriminden gelir. Ruhani veya dini amaçlara ulaşmak için kişinin kendi isteğiyle çeşitli dünyevi arzularından kendisini alıkoyma karakterine dayalı yaşam şeklini tanımlamaktadır. Hıristiyanlıkta “askesis”(çilecilik) kökleri antik çağ filozoflarının uygulamalarına dayanır.  

Hindularda Çilecilik;

Hindu dini kitabı Rig Veda çilecileri “uzun saçlı çilecilier” olan “kesinler”, “Sessiz olanlar” anlamına gelen “Muni” ler olarak ayırır. (Muni, Munis Türkçede “uysal, uyumlu, sessiz” kişileri tanımlamakta kullanılır.)
Kesinler, Gandarvalar, Rudvalar, Vayu’nun arkadaşlarıdır.
Sanyasa, Hindi dininde dört yaşam halinden birisidir. Bagavad Gita’da Krişna “Sanyasa’yı” aşağıdaki gibi tanımlar;
Maddi arzular üzerine kurulu faaliyetleri terk etmek, büyü bilgiye sahip insanların hayatın düzeninden vaz geçme çağrılarıyla olur. Bütün yaşama çabalarını bırakmak aklın feragat etmeye çağırmasıdır (Tiyaga).
Rig Veda’da “tapas” terimi arzuların yakılması demektir.
Zaman içinde sözün suiistimallerini önlemek için “sessiz kalmak” Hindu çilecilerin uygulamalarıdır. (Söylenilen sözlerin farklı yorumlanarak kötü olaylara neden olmasını önlemek için susmayı tercih ederler.) Hintli çileciler, kendileri gibi başka çilecilerde ormanda yaşamayı tercih ederler. Bu yüzden bunlara “Dağ Dervişleri” de denilir. Bunların yıkanmayan, keçeleşmiş saçlarla dolaşıp ızdırap çekmek için ayaklarına zincir bağlayıp gezenlerine Vayragiler, Jangamalar denilir. Sarevralar başlarını traş edenler, yogiler de yoga yapanlardır.
Bekârlık teriminin karşılığı “Brahmacharya” dır ve “ilahi yaşama adanmışlık” anlamına gelir. Yoga rahipleri arasında “bekârlık/celibacy” rahipleri tanımlamak için kullanılırıdı. Veda edebiyatında Srimad Bagavatam” her varlığın maddi yaşam koşullarından sıyrılmasını emretmektedir. Sapık bir öğreti olarak kabul edilir.
Bu inançta olanların;
Kadınları düşünmesi,
Cinsel yaşam hakkında konuşmaları,
Kadınlarla oynaşmaları,
Kadınlara iştahla bakmaları,
Kadınlarla sıkı fıkı konuşmaları, nişanlanmaya veya cinsel ilişkiye karar vermeleri,
Cinsel ilişki işini yapmaları,
Cinsel yaşam ayarlamaları kesinlikle yapılmamalıdır.


Cincilerde (Jainist) Çilecilik;
En eski dinlerden olan Cincilik dininde çileciliğin en eski ve zor uygulamalarına rastlamak mümkündür. Cinciler, oruç, yoga uygulamaları, çok zor duruşları içeren yoga hareketleri ile öteki kısıtlamaları içermektedir. Bir cinci çilecinin en yüksek amacı “doğum, ölüm ve yeniden doğum çemberinden kurtulma haline verdikleri ad” olan Mokşa olmaktır. Bunu gerçekleştirebilmeleri için ruhun her türlü düşkünlük/zafiyetten arınmış olması gerekir.
Bu arınmaya ulaşabilmek için de beş temel ilkeye bağlı kalırlar;
1-      Ahimsa- Tecavüz yok anlamındadır ve her varlığı incitecek tavır ve davranışlardan kaçınmayı gerektirir. Gözümüzle göremediğimiz varlıkların bile incitilmelerini önlemek için çeşitli önlemleri vardır. Bir, söz, bir bakış bile bazen tecavüz sayılır.
2-      Satya- Gerçek demektir. Yalan yasaktır. Doğrucu olmayı şart koşar.
3-      Asteya “Çalma” hırsızlık amaçlı olmasa bile hak edilmeyen veya başkasına ait olan bir şeyi sahibinden habersiz almayı yasaklar.
4-      Brahmakarya iffet, temizlik, Namusluluk demektir.
5-      Aparigraha, bağlanmama-düşkün olamama halidir. Hiçbir şeye bağlanmamayı, düşkün olmamayı şart koşar, Zenginlik, cinsellik, lüks yaşam vb. yanında değersiz de olan şeylere bağlılığı ve düşkünlüğü de yasaklar. Cinci Digambara (Göğü giyinenler) keşişleri çırılçıplak yaşarlar ancak kadın keşişler giyinmelidirler.

Kadın ve erkek keşişler köyden köye gezerler ve insanlara yardım ederler. Yollarda ayaklarına böcekler musallat olursa onları incitmemek için dururlar ve kurtuluncaya kadar beklerler veya geri dönerler.
Öteki cinciler, İslam’da Hacda giyilen ve cennet elbisesi de olduğu belirtilen Hulle denilen ikiye katlanır dikişsiz kumaşlardan elbiseler giyerler. İpek kullanmazlar. Et, süt gibi hayvansal ürünleri tüketmezler.

Budacılarda Çilecilik;

Budacılık Dini, Sidarta Gautama Budha (M.Ö.563-483) tarafından VI. yy.da kuruldu. Hint Pali dilinde Sidharttha Gotama “ruhani öğretmen” ve “Buddha-Buda” ise “ilk uyanan, ilk aydınlanan, uyanmış olan” demektir Şâkyamuni “Sakyaların (Buda’nın kabilesinin adı) bilgesi” de denilir. Öğretileri de Hint yarımadasından dışarıya taşmıştır. Şramana dinlerinde bulunan aşırı çileciliği çekilebilir hale getirmiştir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekteyse de 20.yy araştırmacıları yukarıda verdiğimiz tarih aralıklarında yaşadığında hem fikir olmuşlardır.

Hindu dininde tanrı Vişnu’nun 10 Avatar’ından (Gökten inen/ düşmüşler) birisi olarak yorumlanmıştır. Moğol Tatarı Ahmedi Kadıyani’nin İngiliz Mason rahipleri yardımıyla çıkardığı 19.yy. sapık dini Kadıyanilik’te (İslami tarikat sayılır) peygamber, aynı dönemde gene aynı güçlerin tesiriyle çıkartılan Bahahilik dini de onun Tanrı olduğunu kabul etmişlerdir. Çinli Budacılar ise Bahai’den daha insaflı davranarak Lao Tzu’nun reenkarne hali olduğunu savunmuşlardır.
Aşırı çileciliğin şartlarının Buda tarafından yumuşatılmasıyla Therevadin felsefesi doğmuştur. Terevadin felsefesinin farklı yorumlarına göre farklı çilecilik şekilleri olduğu gibi orta yönü de vardır.
Terevadin uygulayıcıları olan erkek keşiş “Bikku”, çileci rahibelere “Bikkuni” lerin yaşamlarının tarif edildiği Vinaya Pitaka’da ne ağır kısıtlamalara ne de zevk düşkünlüğüne varacak şekilde tarif edilmmiştir. Yaşamları tarif edilirken, yiyecek, su, giyecek için kumaşlar, sağlıklı yaşamak, emniyette olmak ve hastalandığında bakılabilmek için barınakların keşişler ve rahibeler için yeterli olduğu şeklinde tanımlanmıştır. Manastıra kapanan çileciler bunu kendi istekleriyle yapmalı ve bundan dünyevi beklentiler ummamalıdırlar, rahip ve rahibelerin yönlendirmelerine uymalıdırlar. Tagata çileciliğinde ise katı şartlar ret edilmektedir ve çileciler açık alanda uyumak, ölü yakılan yerlerde veya mezarlıkta oturmak (ikamet), atılmış kırpıntılardan ibaret giysiler giymek ret edilmiştir.
Mahayanalar arasında etyemezlik (vejeteryanlık) yaygındır ve Çin, Japonya gibi uzak doğu ülkelerinde yaygındır. Kesinlikle bu rahipler et yemezler.
Bekârlık çekmek te Guatama Buda rahipleri arasında  bin yıllardır idealdir,çileciliğin parçasıdır.1982’de çıkartılan yasa gereğince Budist rahipler evlenmeye başladılar ve bu gün %90’ı evlidir.

Zerdüştlükte Çilecilik;
Zerdüştlük manastır hayatı ve çileciliğin bütün şekillerini ret etmektedir. Zerdüştlük daha çok askeri eğitimi içeren tapınak yaşamına sahiptir.

Yahudilikte Çilecilik;
Tevrat Sayıla 6. Bölümde Nasıralılardan ve çlde kırk yıl dolaşma cezasından bahseder. Eski çağlarda çileciliğin farklı uygulamaları Yahudiler arasında yaşanmıştır. Babil Sürgününden döndükten sonra peygamberler arasında inzivaya çekilmelere rastlanılır. Çileci Yahudi mezhepleri arasında Esseneler, Ebiyonitler ve erken Kabalacıların bu külte eğilimlerinden bahsedilebilir. Kabalacıların aşırıları olan Hassidic Yahudi hareketinde “kendini aşağılama” uygulaması parlamıştır. Ancak gene böyle kendini aşağılamanın insanda bunalım, depresyon yaratacağı kesindir. 18.yy. da yaşamış Yahudi Rabbi’si bu durumu, birisinin “tanrı Haşem’e tapınması doğru değildir” Diye açıklamıştır.


Hıristiyanlarda Çilecilik;

Esasında Grek Ortodoks Kilisesinde uygulanan haliyle “et, alkol, cinsel ilişki ve giyinmekten kaçınma” (çıplaklık) şeklinde görülmüştür ve günümüzde farklı türleri vardır.
Hıristiyanlıkta “rahip” (Priest) tanrı ile insanlar arasında ilişki kurabildiğine inanılan din adamına denir. Kiliselerde ibadet ayinlerini yürütürler, halka danışmanlık yaparlar.

Keşiş (Grk-Monachos, İng-Monk) manastırlara kapanarak, dünyevi zevklerden, maddi beklentilerden uzaklaşarak, inzivaya çekilmiş, ruhani derecelerde yükselerek tanrıya ulaşmayı amaç edinmiş hem kadın hem erkek çileci (ascetic) ruhanilere verilen addır. Bunlar evlenmezler, cinsel ilişkiye girmezler aşırı yemezler, yıkanmazlar, içki içmezler, mal, mülk peşinde koşmazlar, toplumdan uzak yaşarlar ve sürekli meditasyon yaparlar.

Bazı uygulama şekilleri arasında Hıristiyan Manastır yaşam tarzı ve Hint dinlerinden Cincilik (Jainism), Budacılık ve Yoga dâhil, Hıristiyan Çöl Babalarının maddi zenginlik biriktirmek ve cinsi arzulardan kaçınmak tarzında kısıtlı yaşamları örnek verilebilir.

Manastır yaşamında bir keşiş için çilecilik kendi içinde bir son değildir. Onun için amaç yaşamın amacı olan tanrıyı sevmektir. Manastır çileciliği ise tanrıyı sevmeye engel olan şeyleri kaldırmaktır. Sevgi arzuların birleşimidir. Yaratılan tanrıyı sevecekse her işte tanrının istediğini, onun isteklerinin içine gömülerek onu belli bir yönde yapmalıdır. “Eğer Beni seviyorsanız talimatlarıma uymalısınız! (Yahya 14:15). Rahipler daima şunu hatırlarlar; “Bir arkadaşa olan sevgiyi göstermenin en iyi yolu onun için ölmektir (Yahya 15:13) bu manada yaşam “feragat etmek” anlamına gelmektedir. Onlar yaşamı, kendilerini fakirliğe, hareket tarzlarının değiştirilmesine ve kararlılıkla adamak olarak yorumlamaktadırlar.
Manastır yaşamında rahip ve rahibelerin kendilerini dine adamaları, dini yaşamın esas uygulamalarına göre farklılık göstermektedir.
İleriki geleneksel uygulamalar dua etmek, öğretmek, esirleri serbest bırakmak gibi bazı özel işler ve amaçları gerektirir, bunlara manastır yaşamına kendisini adamış olanlarda yaygın olarak görülen, geniş yer tutan uygulamalardır.
Bu yüzden “her şeyden el çekmenin” üç ana esası vardır, bunlar İncil ayetleri, yoksulluk ve itaat’tir.

Edwin M. Yamauchi’nin yazdığı “Gnostic Ethics and Mandeans Origins” (Gnostik Ahlak ve Mandean (Sabi) Kökenleri) adlı kitapta, (s 31-32-33-34) Çilecilik kavramının kökenleri incelenmektedir.

“Gnostiklerin (Ruhaniciler- İlahi Bilgiye ulaşmak isteyenler) büyük çoğunluğunun görünüşleri “misogynic” kadın düşmanı ve “misogamist” evlik düşmanı/ evliliğe karşı olanlar şeklindedir. (Jonas, çelişkicilik (antinomianism) ve seks düşkünlüğünün (licentiousness) kendi kendini yok eden toplum dışılık olduğuna işaret etmektedir.) Nassaneler “cinselliği kötülüğün başlangıcı”, cinsel ilişkiyi ise “ölüme yönelten kötülük” olduğu için cinsel ayrımcılığı el üstünde tuttular. “Sadece gerçek birliğin ruhani olduğuna dikkat etmeksizin o (cinsellik) insanın ölümcül gayretlerinden birisini temsil eder!” (Grant-Secrets Sayings Jesus” S. 144) Öteki Gnostikler cinsel arzuların aile yaşamına yerleştirilmesini kötü olduğu gerekçesiyle evliliği ret ettiler.
Zaten İncil’de bu evliliği yasaklayacak olanlara da rastlıyoruz;
İncil Timoteyus
1Ti 4:3 .”Bu yalancılar evlenmeyi yasaklayacak, Tanrı'nın, iman eden ve gerçeği bilenlerin şükranla yemesi için yarattığı yiyeceklerden çekinmek gerektiğini buyuracaklar”.

Bunlar Gnostikler midir? Grant, birinin onlardan olduğuna inanıyor. (Grant –Gnostism and Early Christianity” S.16;Wilson  Gnosis and  the New Tastement” S.41 “Bu gnostikler ascetism-çileciliği uygulayan halklar mıdır?)
Ama bu bile Gnostiklerin mantıklı gerekçeleriyle evliliği yasakladıklarını onaylamaktadır. Bunlar geçmişte de ortaya çıkmış olan, evliliği yasaklayan yanlış öğretmenlerdir ve asla evlenmemişlerdir, ve cennette melek olmuşlardır.
İşte İncil ayeti;
2Ti 2:18 Dirilişin olup bittiğini söyleyerek gerçek yoldan saptılar. Şimdi de bazılarının imanını altüst ediyorlar.”
Markos 12:25
Markos 12:25 “İnsanlar ölümden dirilince ne evlenir ne evlendirilir, göklerdeki melekler gibidirler”.

Grek İncil’inde, “Yaşayan Grek İnsan Tanrısı İsa, kendisini güvey, havarilerini de “GELİN” görmektedir, okuyalım;

İsa yeryüzünde yaşayan bizlerin de “Güvey”i olduğunu söyler,yani “damat”.
İncil 9:14 “Bunun üzerine Yahya’nın öğrencileri İsa’ya yaklaşıp sordular:”Neden Ferisiler ve biz oruç tutuyoruz da, öğrencilerin oruç tutmuyor?”
9:15 “İsa onları şöyle yanıtladı:”Güvey” kendileriyle birlikteyken,yakınları yas tutar mı?Ama güveyin onlardan alınacağı günler gelecek,o zaman oruç tutacaklar.”
Gene Grek İncil’ine göre, biz insanlar “aşağının aşağısıyız;

Matta 11:11 “Doğrusu size derim ki,kadınlardan doğanlar içinde Vaftizci Yahya’dan üstün olanı çıkmamıştır.Ama ,göklerin hükümranlığında en küçük olan ondan üstündür.

Bu durum Encratitis’in İskenderiye’li Celment (M.S.150-215) ile savaşının sebebiydi.
Marcion (Dosya 140-M.S 50) aynı yolda olan ama evliliğe olumsuz olarak bakan farklı olan tipik bir Gnostiktir. O yaratıcının gücüyle yer küreyi çocuklarıyla doldurarak genişletmesinden beri takipçilerine evliliği yasakladı. (Jonas Gnostic Religion S.144;Chadwick S22-Zerdüşt mitinde Maşyo-Maşyoi’nin çocuk yapmaktan vazgeçmeleri-A.Y)

Özetle, M.S.2.yy. da Mneanderin öğrencilerinden olan Saturninus (Satornil) bu tutumu çeşitlendirerek açıkladı.
Evlilik ve nesillerin üremesi şeytandandır. Çocukların babalıklarının sayısı arttıkça kötü meleklere tabi olacaklardır.

Evlilik ve cinselliğe aynı olumsuz bakış Nag Hammadi’deki Kıpti metinlerinde de vardır. Thomas İncilinin 37. Bölümünden bir örnek bunu anlaşılır kılmaktadır.

“Öğrencileri dedi (İsa’ya): Seni göreceğimiz zamanı bize ne zaman açıklayacaksın?
İsa dedi;” Hiçbir utanma duymaksızın çamaşırlarınızı çıkarttığınız, ayaklarınız altına aldığınız, küçük çocuklar gibi çiğnediğiniz zaman “Yaşayan Bir’in” oğluna ait olduğunuzda korku duymayacaksınız!” (Guillaumont, “The Gospel According to Thomas.S.23)

Görtner bunun manasını şöyle açıklıyor; ”Aydınlanmış olduğumuz zaman cinsel yapımızı işlevsizleşecek, çocuk gibi masum olacağız ve çıplaklıktan utanma duymayacağız ve selamet (kurtuluş) gerçeklik olacak.(Görtner “Becaming a Child İn Thomas “ S.250- H.Kee)
Thomas İncilinde özlenen seçim Kıpti dilince “Bir Olan” anlamına gelen OUA olarak anılır ve muhtemelen Grekçede “Yalnız Olan” anlamında bekârlık çeken kişi olan Grekçede “Yalnız Olan” anlamında bekârlık çeken kişiyi tanımlayan esasında “çift cinsiyeti” ile “birleşmiş adama” atıf yapmaktadır.
Aynı bölümün sonunda Peter der ki; “Aramızdan Meryem’in çıkmasına izin verelim, çünkü kadınlar yaşamın değersiz şeyleridir!”
İsa cevaplar;” Anlayınız, ona rehberlik edeceğim böylece onu “erkek” yapacağım….Kendini erkek yapan her kadın cennetin krallığına girecektir.”(Guillamount S.57)

Yukardaki bilgilere ek olarak Filip’in İncil’inde “cinsiyet ayrımcılığı” ölüme neden olmaktadır.(Willson The Gospel Of Philip S.12,46,)
“Apocryphon Of John” (Yahya’nın Şüpheleri)nde cinsel ilişkinin ve üreme arzusunun kötülüğüne atıf yapılmaktadır.
 Thomas’ın Kitabı Athlete (CG II,7) den okuyoruz; “Kadınlarla sıkı fıkı ilişkileri kuranlar, üzüntü keder üstünüze olsun! ….Bedeninizin gücü yüzünden keder sütünüze olsun!”
Kurtarıcının(İsa) karşılıklı konuşmalarında (CG. III,5) okuyoruz; “Kadının olmadığı yerde dua ediniz! Dişilerin işlerini yok ediniz!

Gnostik dökümanların dışında Suriye İncil’inde (Süryanilerin İncil’i) cinsellik ve evliliğe karşı özellikle Encratites veya “Kendine Hakim Olan” şeklinde olumsuz bakış görülmektedir. ((A.VÖÖBUS-Celibacy in the Early Syrian Church-(Papaers of the Estonian Theological Society in Exile, I. Stockholm 1951) ) Din bilginlerinden çoğu Thomas İncil’inin, özellikle kendisi Gnostik olmayan ama Gnostikler tarafından kullanılan Suriye Encratities (Tek Tanrıcılarının) gerçek belgelerinde Suriye İncil’i olduğunu tartışmışlardır. Quispel ünlü “İnci’nin ilahisi” ni örnek vererek Thomas’ın “gnostik değil daha çok Ortodoks olduğunu, Yahudi renklerini barındırdığını öne sürmüştür. Ötekileri de Gnostik belgeler olduğunu iddia etmişlerdir.
Gnostiklerin çileciliğinin (ascetism) galibiyetiyle  oldukça kıyaslanabilen Thomas’ın İşlerinden Encratism hakkında yeterli şeyleri söyleyebiliriz. Thomas’ın İşlerinde Tanrı yeni evlenenlere görünür ve evlilik gecelerinde onları evlilik ilişkilerine karşı uyarır;

Hatırlayın çocuklarım, biraderim Thomas sizinle konuştu,size yaptığı yorumlları da biliyorsunuz. Ve bu koca cinsel ilişkiden korunmanız gerektiğini de biliyorsunuz. Sonunda size acı ve üzüntü verecek olan çocuklarınızın zor olan bakımlarından, gizli açık üzüntülerden korunmanız için tapınaklarınız gibi arının! Eğer çocuklarınız varsa onların hatırı için zalimler, soyguncular, yetimlerin nalbantları, dulları günaha sokanlar olmayınız, yaptığınız bu kötülükler için yargılanacaksınız!
Çocukların büyük çoğunluğu büyük acılara neden olurlar ve kralınız onların üstüne düşecek, şeytan üstlerine uzanıp kaldıracak,üstlerine felç inecek. Eğer sağlıklıysalar, zina, hırsızlık, boş gurur, tamahkârlıkla kirlenecekler, Bu kötülüklerinden dolayı onlar tarafından işkenceye uğratılacaksınız!

Son örnek olarak da Mani dininden seçilen üç ifadeye bakalım;
“…Bütünüyle cinselliğin yokluğu evlenmekten feragat etmektir. Cinsel istekten doğan bazı şehvani duygular kötüdür,engellenen küçcük parçacıkların bir araya getirilmesi anlamında üreme uzak manada kötüdür. (G.Widengen Mani and Manicheism London 1965 s.97 Jonas Gnostik Religion s 227-231)

İslâm’da Çilecilik;

İslamiyet’te bu anlamlarda çilecilik yoktur. Zühd kavramı içinde zenginliğin, zekât, fitre gibi bağışlarla sınırlandırılması, ipek giyilmemesi, erkeklerin altın takılar kullanmamaları, günlük yaşamda şatafattan kaçınılması emredilmiştir. Yüksek sesle konuşmak, başkalarını hor görmek, fena davranışlar, büyüklenme, bencillik kötü gösterilmiştir.

Çileciliğin olumlu kısımları Müslümanlar arasında korunmuştur. Bunların başında “dünya malına olan düşkünlüğün “aşağılanması” önemli yer tutar;

Dört yıl önce “Keykubat.Blogcu.com’da” yazdığım bir yazımdan alıntılar bu konuya gayet iyi ışık tutacaktır;

Perşembe, August 21, 2008 - ALLAH ADI İLE KÖŞE OLANLAR

Kategori: siyaset

E-Mail'ime gelen postalardan birinde Aydınlık Gelecek Hareketinden Ali Serdar Bolat adlı arkadaşımızın yazısı denk geldi ben de baktım,Hz.Muhammed'den bu yana dini liderlerin uyması gereken "devlet adamlığı kuralları" hakkında bir şeyler derlemiş ve ben de  yayınlamaya karar verdim.
Sizlerin de takdirini kazanacağını umduğum bu yazı aşağıdadır.Seçim zamanları yaptıkları poşet yardımlarını Fakfuk fona ödeten iktidarın diğer marifetlerini,siyasi sayılmayan kişşilerin yazılarından toplayıp bir şeyler üretmişler.
Bu şekilde çalışmaya 1970-80'li yıllarda başlasalardı bu gün ülkemiz "Allah" adı ile köşe dönenlerin iktidarda olduğu bir ülke olmayacaktı.
Akşam,bazı kanallarda cezası af edilen eski Başbakan N. ERBAKAN hoca'nın Gayrimenkullerini saymaya ekran sayfalar yetmedi.Ey Allah'ım bunca yıl durmadan senin adınla uyku uyumadan ibadetler edenlerin çektikleri hastalık ve yoksullukları  görmezsin niye?
Senin tarafından da görülmek için ille de "siyasi dindar" mı olmak gerekiyor?
Süleyman Paşa'nın Mevlid'ini hafif bir tadilatla duaya dönüştürdüklerini düşünürsek;

Mücahit futbolculuktan trilyoner başbakanlığa

"Allah adın zikr edelim evvela;
Zenginlik acil gelsin bu kula"
diyen duaları anında tutmuş görünüyor bu siyasilerin.
Ne de olsa siyasiler değil mi yani?
"Kur'anın "bir harfinden" dahi çıkar sağlayanı "kıyamette suratlarını etten arınmış yaratacağım" derken,bunları serbest mi bıraktın?
Neyse sen işini bilirsin ya,bakalım zaman neler gösterecek?
Neyse,işte o yazı,severek okuyunuz;

Keykubat.

Hz. Ebu Zer der ki:
"Uhud Dağı altına çevrilse de benim olsa, onun bir dinarını bile üç gece yanımda tutmazdım. Yalnız borcumu ödeyecek kadar ayırırdım"
Hz. Muhammed
Peygamberimiz gayet sade yaşar, gayet sade giyinir, gayet sade yemekler yerdi.
Zevkler içinde yaşamaktan hoşlanmazdı. Kendisinin devamlı olarak giydiği, keçi kılından örme elbiseydi.
Hz. Aişe diyor ki:
"Peygamberin vefatı zamanı, evimizde yiyecek olarak bir miktar yulaftan başka bir şey yoktu"
Hicretin 9. yılında elde edilen ganimetler sayesinde refah artmıştı. fakat peygamberin evi eskisi gibi idi. Bir yatak, bir hasır, su ibriği. Birçok geceleri yemeksiz geçirir, günlerce bacası tütmez. Hurma ve su ile geçinirdi.
Hz. Ömer anlatıyor:
"Çıplak bir sedir, deriden bir yatak, bir avuç yulaf, bir su tulumu gördüm ve ağladım. 

Rasul-ü Ekrem sebebini sordu:
"Kayserler ve kisralar dünyanın bütün zevklerini sürdükleri halde siz böyle bie hayat geçiriyorsunuz" dedim.
Bana cevaben:
"Ey hattaboğlu! İstemez misin ki, bu dünya onların olsun, ahiret nimeti de bizim olsun" buyurmuştu.
Şehbenderzade Ahmed Hilmi, Tarih-i İslam, Cilt 1 Sayfa 367
Atatürk
"Milletvekilleri bilirler ki, iktidar mevkiine saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir."
Medeni Bilgiler, sayfa 414

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad
Albümü dağıtıldı; onlarca fotoğrafı var, hepsinde aynı gömlek, aynı ceket, babasının nalbant olduğunu unutmuyor, sade, mütevazı, Batı'ya inat kravat takmıyor...
"Halk çocuğuyuz" ayaklarına yatıp, bir giydiğini bir daha giymeyen, ne oldum delisi, yatla-uçakla fink atan, Batı yalakası kravatlı mollalara kızın. 

Yılmaz Özdil, Hürriyet, 16 Ağustos 2008

Gazetelerde fotoğrafları yayınlandı. Manşetleri tirizlenmiş gömlek giyiyor. Eski, ama temiz.

Tayyip Erdoğanlar 
Çamlıca- Kısıklı

Tayyip Erdoğan
45,000 YTL lik Cintree Curvex Chronograph saat takıyor.
Dünyanın en zengin 8. lideri
Brunei Sultanı 30 milyar dolarla en zengin lider.
İkinci, 21 milyar dolarla Suudi Kralı Abdullah
3. ve 4. sırada Birleşik Arap Emirlikleri başkanı ve Başbakanı
5. sırada Lüksemburg Büyük Dükü
6. sırada Hollanda Kraliçesi
7, sırada Lihtenştayn Prensi
8, sırada ise 2 milyar dolar nakit varlığı ile Tayyip Erdoğan
(Bu rakamlara gayrımenkuller dahil değil) 



Hayrünisa Gül:
"Renkleri zevkime uymuyor" dedi, köşkteki tarihi halılar çöpe atıldı.
450 Euroluk Fransız Lubotin marka ayakkabıları tercih ediyor.
65,000 YTL değerinde "Sultanahmet" adlı yüzüğü takıyor. 

16 yaşında İnternet şirketi sahibi olan
Gül'ün Zeki (!) oğlu Mehmet Emre

Kübra Gül
Adile Sultan Yalısı'ndaki düğün yemeği 107,000 YTL tuttu.
Deri Show'da dikilen gelinliği giydi.
Skyboard tekniği ile ışık şelalesi yaratıldı. 

Gül Ailesi


Çankaya Köşkünün aylık gideri 4 milyon 583 bin YTL'ye yükseldi.
2007'ye kıyasla %64 artış oldu...
AKP Şanlıurfa Milletvekili Zülfikar İzol 

Pijan ve Haltan aşiretlerinin düğünleri Şanlıurfa'da 3 gün 3 gece sürdü.
İlk gece köyde, 2. gece 5 yıldızlı El Ruha Otelinde, 3. gece 5 yıldızlı Dedeman Oteli'nde...
Gelin ve damat dans ederken dolarlar havaya saçıldı.

 İzol ve Ayseli türkü söylerken davetliler ikilinin başından aşağı dolarlar saçtı. 

AKP Milletvekili, Başbakanlık Siyasi Danışmanı Ömer Çelik
Ayşe Arman:

"Gömleğiniz Zegna, takım elbiseniz Gucci, motosikletiniz Harley Davidson. Pahalı zevkleriniz var."
Çelik:
"Üç motosikletim var. Harley Davidson, BMW Cruiser, bir de arazi için Dakar.
Çok da pahalı değilller. Size de bir tane alalım mı?"
İngiliz tahtının sadık hizmekarı ödüllerini de ekleyelim.
Arman:
"Cohiba purosu içiyorsunuz. Hedonist misiniz?"
Çelik:
"Benimki meşakkatlerle çerçevelenmiş bir hedonizm"
Oğullar
Başbakana ve Ulaştırma Bakanı'na özenen Bakan Pepe, iki oğluna da 9 trilyonluk devlet kredisi ile gemi aldı.
Unakıtan'ın oğlunun başlattığı mısır ticareti, bayındırlık Bakanı'nın ve İstanbul Belediye Başkanı'nın oğullarına ilham verdi.
Gül, Erdoğan ve Unakıtan'ın çocukları 5 yılda parladılar
Damat
2 milyar dolarlık holdingin CEO'luğunu 29 yaşındaki damat yapacak.
Dangır Dungur Fırat
Nişantaşı'nın sosyetik merkezi City's'deki Pal Zileri mağazasında .....
Portakal kamyonunda eroin çıktı.
Hz. Muhammed'in Rüşvet tarifi
Vergi toplamakla görevli bir yetkili hasılatı getirip devlet hazinesine teslim ederken, bayağı servet sayılacak miktardaki bazı malları bir kenara ayırmıştı.
Hz. Resulullah "Bunlar nedir?" diye sorunca, "Bunlar bazı zenginlerin kendi rızaları ile bana verdikleri hediyelerdir" dedi.
Bunun üzerine Paygamber Efendimiz:
"Peki, sen vergi toplayan yetkili bir memur olmasaydın, bu adamlar şu hediye dediğin şeyleri sana verecekler miydi?" 

diyerek onların tamamını hazineye katmış, bu tür imkan ve ikramların esasında RÜŞVET SAYILDIĞINI VE KARŞILIĞINDA MUTLAKA BAZI ÇIKARLAR SAĞLANDIĞINI vurgulamıştı.
"Mücahit"likten "mütahit"liğe sıçrayanlar ve Milli Görüş gömleğini çıkarıp "Tayyo 2" pelerini kuşananlar, aslında haysiyet ölümlerinin kefen bezini giydiklerini anladıklarında, iş işten geçmiş olacaktır.
AKP kurmayları: 

 "Bizim aile fertlerimizin, dünürlerimizin, yeğenlerimizin ve yakın çevremizin iktidarımız döneminde kazandıkları katrilyonlar, vurgun ve soygun değildir; içerideki ve dışarıdaki sermayedar dostlarımızın sağladığı imkan ve fırsatlar neticesinde elde edilmiştir" diyebilirler. Onlara yukarıda Asrı Saadetten verdiğim örneği hatırlatırım.
Ahmet Akgül, Milli Çözüm Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Para, para, para...felaketlerin ayak sesleri
Hiçbir şeye yanmam, Müslüman kesimin bir kısmının çok bozulmuş olduğuna çok yanarım.
Toplum hırsızlığa, soyguna, talana, yolsuzluğa kanıksamıştır.

Toplumda temizlenme ve şefaflaşma konusunda yeterliniyet ve irade yoktur.
Malı götürenler "Artık yükü tuttuk, bu kadarı yeter" demesini bilmiyorlar.
Nerden çıktı bu öldürücü keneler?
Dün tarhana çorbası ile geçinenler, bugün en pahalı restoranlarda isimleri acayip nadide yemekler yiyorlar.
Pahalı mı pahalı. Çeteler, çeteler, çeteler. Altın ve gümüş, dolar ve euro. Para, para, para...
Felaketlerin ayak sesleri duyuluyor, onların kulakları tıkalı, gözleri görmüyor, kalpleri ve vicdanları mühürlü.
Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete, 17 Haziran 2008”

Din ulemalarının bazı özel durumlarda tanrıdan veya meleklerinden yardım umabilmek amacıyla “istişareye yatma” olarak bilinen yalnız bir yere kapanarak ibadet ve uyumak gibi davranışları olmuştur. Fatih’in öğretmeni Akşemseddin’in İstanbul kuşatmasında, Eyüp Sultan’ın mezarını böyle bir istişarede gördüğü rüyada bulduğu geçmektedir.  Akşemseddin’in rüya olayı, yeni Müslüman olmuş Güney Türkistan kökenli ve Zerdüşt geleneklerinden gelen Osmanlı Türkmenlerinde var olan “Ölen Tanrı Kültünden” türetilmiş “dervişlik-ermişlik” kavramlarına göre yorumlanırsa daha mantıklı olur. Peygamberin hayatında böyle bir konuya rastlanılmaz.
Öteki anlamlarda manastır yaşamı, mağaraya çekilme, çilecilik ve bekârlık İslam’da yasaktır.

Günümüzün servet ve zevk düşkünü, hileci İslamcılarının piri olan, okuryazar olmadığını kendi yazdırdığı kitaplarında dile getiren Said- Kürdi’nin evliliğe bakışı Hıristiyan çilecileri andırmaktadır. Okuyalım;

Said’in Evliliğe Bakışı

Kızlarım, hemşirelerim,
“…İşte bu izdivaca sevk eden üç sebep var:
Birisi: Tenasülün devamı için, hikmet-i İlâhiyece o fıtrî hizmete bir ücret olarak bir fıtrî meyil ve şevk vermiş. Halbuki o zevk, on dakikada bir lezzet verse de, eğer meşru ise, erkek bir saat meşakkat çekebilir. Fakat kadın, on dakikalık o zevk için on ay çocuğu kendi vücudunda zahmetini çekmekle on sene çocuğun hayatına yardımla meşakkat çeker. Demek, o on dakikalık fıtrî meyil, bu uzun meşakkatlere sevk ettiği için, ehemmiyeti kalmaz. His ve nefis, onunla onu izdivaca tahrik etmemeli.. ..”Emirdağ Lyh.46

Oysa evlilik İslam’ın temel emridir. Nisa (Kadın) Suresi kadının evlilik ve boşanma hukukunu, cinsel suçları düzenlemektedir. Üçüncü halife Haz. Osman iki kez peygamberin damadı olmuştur. İlk karısı olan peygamberin kızı Rukiye (Ürkiye de denir) ölünce Osman peygambere gelerek malını mülkünü bağışlayıp Mecusilikten kalma “Çilecilik” yaşamına gireceğini peygambere söyler. Peygamber ona;

“Ben sana iyi bir örnek değil miyim?” Der. Osman da Örnek olduğunu söyler. Peygamber tekrar sorar;
“-Ben peygamber olarak sana iyi bir örnek değil miyim?” Diye tekrar sorunca Osman demek istenileni anlar. İslâm’da “çileciliğin” olmadığını açıklar. Peygamber öbür kızı Ümmügülsüm’ü Osman’a vererek evlendirir. Kendisi de düğünden bir hafta sonra, kocası savaşta şehir düşmüş olan Haz. Ömer’in kızı Hafsa ile evlenerek düğün yapar.

Ömrünü İngiltere’ye ve batılı Hıristiyan devletlere ajanlık dahil her türlü hizmetle geçirmiş olan Bitlis Norşin (Gürpınar) Ermenisi veya Yahudi’si olması muhtemel olan ve “Kürtçülük” ile geçiren Said-i Kürdi ömründe hiç evlenmeyerek, para harcamayarak çilecilik yaşamıştır.
Ve onun yolunda giden günümüz Nurcusu Fethullah Gülen İslâm’da yasak olan “Çilecilik ve Bekârlık” çekerek yaşamını Amerika Pensilvanya eyaletinde 600 dönümlük malikânesinde ABD-İngiliz sömürgeci siyasetlerine alet olarak geçirmektedir. Her ikisi de Vatikan’dan yani Hıristiyanlığın dini, ruhani önderi olan ve “Allah” ile haberleştiği iddia edilen Papalık makamlarından ödüller almışlardır. Fethullah Gülen’in Vatikan’a gömülmeyi çok istediğini açıkladığı videolar internette dolaşmaktadır.
“Çilecilik” ve yaptırımlarından biri olan Bekarlık hakkında benden şimdilik bu kadar

Şimdi yukarılarda İnanna’nın “The Thunder and Perfect Mind- Gök Gürültüsü ve Mükemmel Akıl” ilahi metnini işleyen yazar, Elizabeth Cunningham, İnanna’nın sözlerinin mistik yorumunu yaparken alenen “İnanna’ya Tapınmaya ve kültünü kısmen de olsa yaşamaya davet ediyor sanki? Okuyalım;

“En azından batı dünyasında bu gün yerlerini belirtmek istemediğim tanrıça ibadetinin bütün karanlığının yakınında tespit edilenler hakkında çok sayıda teoriler vardır. Dikkat çekmek istediğim o (her ne ve kimse (kadın) ) tekrar ortaya çıkan/zuhur eden olarak görünmektedir. Dağılmış olan arketiplerinin (örnek numunelerinin) bir araya toplanma zamanıdır. Onun en azından Roma Katolikleri arasında bâkire anne görünümünde tamamen ortadan kaybolmamıştır. Amerika ve İngiltere’nin öne çıkan Protestan kültürlerinde tanrıçanın kokusunun yokluğu ile geç Galler prensesi gibi bir kadının trajik pohpohlanmasını merak etmemek elimden gelmiyor. İnanıyorum ki bireysel ve ortak ruhumuzun sırasıyla, sadece kutsal bâkireye ya da bedeninden ayrılmış ilahi akla da değil, ama bir kutsal orospu, “şefkatli fahişe” gibi ilahi bir dişiye ihtiyacımız vardır.

Bu gün, (bazılarımızın isteyebileceğine rağmen) kutsal fahişeliğin uygulanabileceği tapınakları tanrıçalar için inşa etmemiz pek olası, kullanışlı görünmemektedir. Fakat kutsal fahişenin örnek tipini daha renkli bir ortama koyarak içinde onu kucaklamaya başlayabiliriz.
Hatta kendimizi, kültürümüzü, kendisini Harimtu olarak tanıtan İnanna’nın torunları olan, geçinmek için çalışan fahişeler üzerine yönelterek sınayabiliriz…”

Bu tespitin bedavaya yapılmadığını aşağıdaki haber bizlere göstermektedir.
Şimdi Amerika’dan bir haber girelim. Tevrat’ın yukarıda geçen ayetleri gereğince tapınakta cinsel ilişkinin “günahlardan arınmaya” neden olacağı inancıyla genç kızlarla para karşılıklı cinsel ilişki ayinleri düzenleniyor. Polisin tutukladığı şüpheliler “tapınakta cinsel ilişkinin iyileştirici-şifacı” yönün yüzünden burayı seçtiklerini söylüyorlar.

Haberin başlığı,

“Allah’ın Kutsal Evini Kerhaneye Çevirdiler”


God's holy house caught for alleged prostitution

An Arizona church has been accused of being a holy house of prostitution, resulting in several arrests.

According to the whore house'schurch's website, "Sex is a holy, sacred and divine healing force at the core [of] our beings. Once we embrace this force instead of deny it, we become successful, happy and powerful manifestors." Click here for video footage and more shocking allegations, such as the fact that temple "practictioners" allegedly gave sex in exchange for "donations."

Oh, I'm sure sex can be very healing, often resulting in the happy dance after a fun-filled night of fornication. But giving away sex for money, even if the money goes to God or Jesus or whoever, is prostitution, hands down. And I really don't think the Man Upstairs would appreciate being given dirty money.
“”Allah’ın Kutsal Evini Kerhaneye Çevirdiler;

Tanrının kutsal evi fuhuşla alakalı yakalandı!
Bir Arizona Kilisesinin  “kutsal fuhuş evi” haline getirildiği iddiaları  çok sayıdaki tutuklamalarla sonuçlandı.
Fuhuş Evi Kilisesinin İnternet sitesine göre,”seks, varlığımızın özünde var olan kutsal bir şifa gücüdür. Onu bir kez tattığımızda ona karşı olmak yerine onun başarılı, güçlü tebliğcileri olacağız. Kiliseye bağış karşılığında cinsel ilişkiye giren tapınak uygulayıcılarının şok eden işlerini öğrenmek için tıklayınız.”
Oh,sık sık sevişmelerle, dans ve eğlenceyle dolu bir geceden sonra seksin çok şifalı olduğundan eminim. Eğer paranız İsa’ya veya tanrıya ya da fahişelik edenin ellerine gidiyorsa bile seks için paranızı saçın! Ve, üst kattaki Adamın (İsa) verilen kirli paraya teşekkür edeceğini gerçekten sanmıyorum.””
Ayrıca bunların “para istemeyen tarikatları” da varmış!
En çok izlenen yabancı dizi Gane Of Throne'dan

Amerika Georgia (Corciya) eyaletinde, Kadişti hareketinin ibadet yeri  olan “Temple of the Red Lotus” (Kızıl Nilüfer Tapınağı) kurucusu ve rahibesi olan İnara de Luna “-Sanıyorum ki, Kadiştu’nun rol kutsal anlamda sekstir hatta onlara sevişmenin bütün şekillerinin kutsallığını hatırlatmaktır”. Demektedir. Bu tarikatıneski geleneklere uyarak “tapınağa yardım amacıyla” para aldığını aynı kurucu rahibe açıklamaktadır.
Ancak bu hareketin bir başka Kinik (Dünya değerlerini küçümseyen, mala mülke önem vermeyen) Kadişti  tarikatı olan “Dawn and Dan” (Şafak ve Dan) müritlerinden hiçbir  şekilde ücret almadıklarını söylemektedir. Tarikatın cinsel eğilimleri arasında sapıklığın üst sınırı kabul edilen “BDSM” (Bondage, Discipline/Dominance, Submission, Masochism) yani, Kölelik/Disiplin, itaat/boyuneğme ve Mazohizm yani acıdan zevk alma ayinleri de yer almaktadır. İnternette “sex-positive advocates” (Seksin olumlu avukatları) adlı sitelerinde bunlardan bahsetmektedirler.
Öte yandan yakınlarda yayınlanan Miriam Williams’ın kendi başından geçen olayları anlattığı “Kutsal Fahişeler” adlı kitabında, bira Hıristiyan rahip olan Moses David’un kurduğu “Tanrının Çocukları Tarikatına” aile içi uyumsuzluk nedeniyle on yedi yaşında gönüllü girdiğini ve on beş yıl boyunca beyninin yıkanarak, dünyanın dört bir yanından gelen erkeklere kendisini sunan sözde kutsal fahişelik yaşamıyla cehenneme dönüşen hayatından kesitleri işlemektedir. http://kitap.antoloji.com/kutsal-fahiseler-tanri-nin-cocuklari-tarikatinda-fahiselikle-gec-kitabi/

Peki Allah’ın evi kerhaneye Amerika’da çevrilmiş de bizde yok mu?

Olmaz mı batılı ülkelerin halklarının büyük çoğunluğunun ırk ve dini kökenleri Ortadoğu bölgesindendir. Yani, İran, Irak, Suriye, Arap yarımadası, Anadolu, Mısır coğrafyasıdır.
Bütün bu sapık sayılan dinler, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in yayılmasıyla yaşadıkları coğrafyada hangi din yaygınsa o dinin tarikatları haline geldiler ve yaşamlarını bu maske ile sürdürdüler.
İslam ulemalarının kabul ettiği dört temel mezhep vardır. Bunlar Hanefilik, Şafilik, Hanbelilik ve Malikilik’tir. Bunlarınn dışındakiler de bu dört farklılıktan birisine yakınlıklarına göre “Tarikat” olarak adlandırıldığından İslam ile bağdaşmayan birçok dini akım da , namaz kılmaları veya kılmamaları gibi temel ayrımcılıklarına bakılarak “Tarikat” adı altında anılmaktadır.


İslamiyet öncesi Pers’in kutsal bakiresi Anahita’ya dayanan Tapınak Fahişe Kültünün yaygın olarak yaşandığı İran Zerdüştlüğünün öteki adı olan Mecusilik dininde olan Hazreti Muhammed’in soyu olan Kureyş Araplarının bazıları, peygamberin ölümünden sonra yaşamlarında farklı bir değişim göstermediler ve eski yaşam tarzlarına bağlı kaldılar.

İşte bunlardan birisi de peygamberin torunu olduğunu iddia eden Cafer-i Sadık’tır. Cafer-i Sadık Emevi hanedanınca fikirleri sapık bulunduğundan Mısır’a sürülür ve Caferi Tarikatını kurar. Aslında ayrı bir din olarak da yorumlanabilecek bu akım kendilerini Mezhep sayarlar. Mısır’da Fatımiler döneminde Ortadoğu’ya yayıldı, Suriye’den İran, Irak, Basra, Kuveyt, Bahreyn taraflarına kadar uzandı.
Cafer-i Sadık’ın oğlu İsmail’in adı bu tarikata verilerek İsmailiye olarak anılmaya başlanıldı ve halen de böyledir.
İran’da Kürtler arasında sevildi ve Hasan Sabbah Alamut Kalesini bir üs haline getirdi. Müritlerine “esrar” içirerek seçilmiş güzel kadınlarla gönüllerini hoş etti. Onları bu hayata bağımlı etti. Bu yüzden Haşhaşiler olarak anılmaya başlanıldılar. Bir çok devletin krallarına suikastler düzenlediler. Batı dillerine “Haşhaşi” kelimesi “assassin” (Cinayet, öldürme) olarak geçti.

Mezhebin 46. İmamı olan Hasan Ali Şah mezhebin ilk “Ağa Han’ı” oldu. Onu oğlu Ali Şah, onun da oğlu Sultan Muhammed Üçüncü Ağa Han oldu. Bundan sonra mezhep imamları Ağa Han adıyla anılmaya başlandılar. Ağa Hanlar, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında daima İngiltere’ye bağlı oldular ancak İngiltere bunları hiçbir devletin başına hükümdar etmeyi başaramadı.
Dini inançları gereği her İsmailiye müridinin kazancından sekizde bir pay alan Ağa Han’ın zenginliği müritlerinin kazançlarından Ağa Han’ın hesabına yatırdığı paralardan gelmektedir.
Murat Bardakçı’nın 16 Ekim 2001 tarihli Haberturk gazetesinin internet sitesinde dede Ağa Han’ın sapık cinsel ilişki ayinlerine verdiği iğrenç bir örneği belirteyim;

Ağa han İsviçre’nin Lozan şehrinde Lozan Palas otelinde kral dairesinde fakir müritlerinin gönderdiği paracıklar sayesinde kalır. Davet ettiği bazı fahişelerin önünde soyunur ve halının üstüne sıçabildiği kadar sıçar. Bir parça elması da bokunun içine sokar ve onu gömer. Sonra kadınlara pırlantayı buluncaya boku ellerini kullanmadan ağızlarıyla karıştırıp yemelerini önerir. Kadınlardan birisi dişlerinin arasına sıkıştırdığı pırlantayla boktan yüzünü kaldırdığı zaman pırlantanı sahibi olur ve yeni sapık ayinlere yelken açılırdı.
Özellikle 200 yıldır dünya devletlerini sömürgeye çevirmiş bulunan batı merkezli küresel Mason sermaye yeryüzünü “tek dünya devleti” ve tek dünya dini” le yönetmek istemektedir. Görüldüğü gibi Amerika’da gençlerin çok hoşlanarak meşgul olacakları “Kitle Uyutma Merkezlerini” faaliyete geçirmiş görünmektedirler.
 Hıristiyanlıktan İslam’a bütün dinleri kendi hesaplarına hizmet edecek şekilde düzenledikleri dinleri hedef ülkelerdeki yaygın dinin gereğiymiş gibi göstererek yeni dini insanlara kabul ettirmektedirler. Üstteki iki tercüme yazı, Amerikan vatandaşlarının Sabilik kaynaklı Kenan dinine, Yahudilerin Üzeyir peygamber sonrası dönüşlerini andırmaktadır.

Bizde de bu dayatmanın uzantıları en bilinen adlarıyla Müslüman maskeli Nurcular, Fethullahçılar yani “Ilımlı İslamcılar”, Liberaller, sosyal demokratlar ve etraflarında yağlı kemik kovalayanlardır.
Aşağıda okuyacağını haberler sıradan “adiyane olaylar” olmayıp özellikle halkı bu tür yaşama alıştırma amaçlı olarak gerçekleştirilmektedir. Bütün basın ve televizyonlarda hep bu Mason kültü övülmekte ve öğretilmektedir.
İran’da 1979’da hazır devrimin üstüne Fransa’dan getirilerek oturtulan kukla Humeyni çıkardığı yasalarda “Alkol kullanmayı” ağır şekilde yasaklarken “uyuşturucu kullanımını” serbestleştirmekte ve övmektedir.
Milletin kafasına sarığı, türbanı, çarşaf-peçeyi geçir, “tarikat toplantısı” adı altında bol dumanlı ayinlerle milleti uyut, fahişe olarak sat buna “din” de. Ha İran’da böyle şeyler var mı?
Amerika başladığına göre yoksa bile en kısa zamanda bizde AKP ve Nurcular tarafından kesinlikle uygulanacaktır. Çünkü örneklerini veriyoruz!

Aşağıdaki haber 15 Nisan 2010 tarihli haber Mynet internet sitesinde yayınlanmış;

Sapık imam camide seks yapmış

Manisa'da 16 yıllık imam, imam hatipli lise öğrencileriyle cinsel ilişkiye girmiş. İşte imamı cezaevine götüren o rezillik

Güncelleme:15 Nisan 2010 20:14

Manisa'daki bir camide görev yapan 16 yıllık imam evli ve 2 çocuk babası 41 yaşındaki A.I., İmam Hatip Lisesi'nin yurdunda kalan 4 erkek öğrenciyle cinsel ilişkiye girdiği iddiasıyla gözaltına alındı. Suçunu itiraf eden imam A.I., çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Son 5 yıldır Manisa'da görev yapan imam A.I., geçen hafta bir internet kafeye taşınabilir bellekle giderek, bir yazının çıkışını almak istediğini söyledi. Bu sırada A.I.'nın cep telefonu çaldı. A.I., cep telefonuna cevap verdiği sırada taşınabilir belleği açan internet kafe görevlisi, hemcinsleriyle ilişkiye giren erkeklerinin yer aldığı fotoğraf ve görüntülerle karşılaştı.

Bir şey görmemiş gibi yapıp, istenilen çıktıyı veren internet kafe görevlisi, daha sonra imam A.I.'nin sık sık görüştüğü Manisa İmam Hatip Lisesi'ndeki bazı öğrencilere konuyu açıp, “Sizin imam da az değilmiş” diyerek, ağızlarını yokladı. Öğrencilerin imam A.I.'nın okulun yurdunda kalan bazı öğrencilerle camide veya evinde ilişkiye girdiğini anlatması üzerine durumu polise bildirdi.
Aramızda her türlü putperestlik kalıntısı sapıklık yaşamaktadır

Bunun üzerine polis, evli, biri 15, diğeri 17 yaşında iki çocuk babası olan İmam A.I.'yı, geçen salı günü Manisaspor- Fenerbahçe futbol takımları arasında 19 Mayıs Stadyumu'nda oynan Ziraat Türkiye Kupası maçından çıkışta gözaltına aldı. İmam A.I.'nın, polisteki sorgusunda, her iki cinse de ilgi duyduğunu (biseksüel) ve yatsı namazından sonra camide lise öğrencisi H.B.'ye fiili livatada bulunup, E.O., A.T. ve E.T.'ye de oral seks yaptığını itiraf ettiği öğrenildi. Aileleri başka şehirlerde yaşayan 4 çocuk da psikolog eşliğinde alınan ifadelerinde olayı doğruladı.

İşlemlerinin ardından dün akşam saatlerinde Adliye'ye sevk edilen imam A.I., çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Müftülük, yetkilileri ise olayla ilgili bilgilerinin olmadığını belirtip, açıklama yapmaktan kaçındı.

http://www.123people.ch/ext/frm?ti=personensuche%20telefonbuch&search_term=sap%C4%B1k%20ili%C5%9Fkiler&search_country=CH&st=suche%20nach%20personen&target_url=http%3A%2F%2Fhaber.mynet.com%2Fdetay%2Fyasam%2Fsapik-imam-camide-seks-yapmis%2F506145&section=weblink&wrt_id=225


ŞOK!.. HANGİ KÖŞE YAZARINA İMAM TECAVÜZ ETMEK İSTEDİ?


Köşe yazarı B.D. kitabı için yardım istediği imamın tecavüz girişiminde bulunduğunu söyledi.
10 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan imam ise suçlamaları kabul etmedi.BİR gazetenin Ankara ilavesinde köşe yazarı olan B. D.'yi iki yıl önce caminin lojmanında taciz ettiği iddiasıyla hakkında ''Cinsel saldırı'' suçundan 10 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan İmam Osman B.'ın (45) yargılanmasına başlandı. Ankara 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde savunmasını yapan tutuksuz sanık B., suçlamaları kabul etmedi, B.D.'nin kendisine iftira attığını, hayal gördüğünü ileri sürdü. Ulusal bir gazetenin Ankara ilavesinde yazılar yazan, bir süre önce işine son verilince internet sitelerinde yazılarına devam eden B. D. (43) ifadesinde şunları anlattı:

''İmam Osman B.'la bir komşumun aracılığıyla tanıştım. Zaman zaman görüştüm. Hayalet kitapları yazmak için kendisinden yardım istedim. Teklifimi kabul edip beni ikametgâh olarak kullandığı cami lojmanına davet etti. Burada bana cinsel ilişki teklif etti, kabul etmedim. Elbiselerimi çıkarmaya çalışarak tecavüze kalkıştı.''

B. D. ayrıca soruşturmayı yürüten savcıyı da ''soruşturmayı geciktirdiği'' gerekçesiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) şikâyet etti. B.D., 2008 yılındaki olayla ilgili 29 Ocak 2010'da dava açıldığına dikkat çekti. Bu arada meslekten atılan İmam Burnaz'ın, İdare Mahkemesi'ne açtığı davayı kazanarak işine döndüğü anlaşıldı.

Nurettin Kurt/Hürriyet


İmam tecavüz iddiasıyla tutuklandı

Köyün imamı 14 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklandı.
Jandarmaya başvuran 14 yaşındaki bir kız, ailesi ile ilçeye bağlı Kızılçukur köyünde yaşadıklarını, Kuran öğrenmek için evine gittiği sırada akrabaları olan cami imamı H.Ö'nün kendisine tecavüz ettiğini ileri sürdü.
İsmi açıklanmayan kızın iddiası üzerine evli ve 3 çocuk babası olan cami imamı H.Ö, jandarma tarafından gözaltına alındı. Tecavüze uğradığı iddia edilen kız, muayene için hastaneye gönderildi.
Jandarmada işlemleri tamamlanarak adliyeye sevk edilen H.Ö, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

07.03.10 13:46

İmam çocuğa tecavüz etti


DHA

 Bilecik’in Söğüt ilçesinde İ.C. adlı cami imamı, 15 yaşındaki zihinsel engelli M.Y. adlı erkek çocuğa tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklandı.

Bekar olduğu belirtilen imam İ.C., iddiaya göre evine götürdüğü zihinsel engelli M.Y.'ye tecavüz etti. M.Y.’nin durumu bildirdiği ailesinin şikayeti üzerine İ.C. jandarma arafından gözaltına alındı. M.Y.’nin götürüldüğü hastanede yapılan muyenesinde ters ilişkiye girildiği belirlendi.

Suçlamaları kabul etmeyen cami imamı İ.C., çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.
15 Mart 2012 Perşembe
Isparta Eğridir İmam Hatip Lisesi'nde tecavüz skandalı!Isparta'nın Eğirdir İlçesi İmam Hatip Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olan B.S. öğrencisiyle girdiği ilişkinin DVD'ye kaydetti. Eşinin görüntülerini tesadüfen bulan B.S. savcılığa suç duyurusunda bulundu. Bu öğretmenin ilk vukuatı değil.

Isparta'nın Eğirdir İlçesi İmam Hatip Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olan eşi B.S.'nin öğrencisiyle girdiği ilişkinin DVD görüntülerini tesadüfen bulan G.S., kocası hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Vali Memduh Oğuz, "Öğretmeni açığa aldık, soruşturma yapılıyor" dedi.


Eğirdir İmam Hatip Lisesi'nde edebiyat öğretmeni B.S.'nin Z.E. adlı kız öğrencisiyle yaşadığı porno düzeyindeki ilişki görüntülerini tesadüfen ele geçiren eşi G.S., Eğirdir Cumhuriyet Savcılığı'na kocası hakkında suç duyurusunda bulundu. Dilekçesinde eşinin öğrencisi Z.E. ile ilişkisinden şüphelendiğini belirten G.S., kocasını takip ettiğini ve birkaç gün önce eşinin cebinde bulduğu DVD'yi gizlice alıp izlediğinde şoke olduğunu belirtti. G.S. savcılığa verdiği dilekçede şunları kaydetti:

Sabi, Yezidi Süryanilerin bölgesi olan G.Doğu
dine dayalı cinsel sapıklıkların merkezidir.

"Eğirdir İmam Hatip Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olan B.S'nin beni ölümle tehdit etmesinden korkarak kaçıp 1 yaşımdaki kızımla beraber Fransa'daki aileme sığındım. Kocamın, görev yaptığı İmam Hatip Lisesi'nde öğrencisi Z.E. ile olan ilişkisini yakaladım. Porno düzeyindeki ilişkisini kameraya almış, DVD yapmış, tesadüfen elime geçti. Bundan dolayı beni ölümle tehdit etmektedir. Benden önce birçok bayanla ilişkisi varmış. Birisi ile evlenip 4 yıl yaşadıktan sonra ayrılmış. Ben de öğrencisiydim. Yalvaç Atatürk Lisesi'ndeyken 17 yaşındayken beni iğfal etti ve 2008 yılında da evlendik. Şimdi de bir başka öğrencisini kandırmıştır. Beni ölümle tehdit eden ve birçok kişiyi kandırarak kanına giren bu kişiden şikayetçiyim. Daha başka kızların canını yakmadan ve onları iğfal etmeden yeni kişilerin de kanına girmeden gereğinin tarafınızdan yapılmasını rica ediyorum."


Isparta Valisi Memduh Oğuz, olayın ortaya çıkması üzerine öğretmen B.S'nin açığa alındığını ve hakkında soruşturma başlatıldığını söyledi.

 


TECAVÜZDEN YARGILANAN İMAM BERAAT ETTİ

27 Ocak 2012, 13:18 İbrahim TIĞ

Cinsel ilişkinin Ş.T.'nin isteğiyle gerçekleştiği kanaatine varan mahkeme, sanık Aydın K.'nın beraatine karar verdi.
İmam kız kardeşine tecavüz etmiş
Devrek'e bağlı İslamköy Köyü'nün eski imamı evli ve 2 çocuk babası 38 yaşındaki Aydın K.hakkında, Kuran okumaya gittiği evde 34 yaşındaki Ş.T.'ye tecavüz ettiği iddiasıyla dava açıldı.

  Cinsel ilişkinin Ş.T.'nin isteğiyle gerçekleştiği kanaatine varan mahkeme, sanık Aydın K.'nın beraatine karar verdi.

    Cumhuriyet Savcısı'nın hazırladığı iddianameye göre, İslamköy Köyü'ndeki Aşağı Mahalle Camii'nde imamlık yapan Aydın K., köy sakinlerinden evli Ş.T.'yi cep telefonundan arayarak sohbet etmeye başladı. Günde 5- 6 defa telefonla görüşen Aydın K. ve Ş.T., 2008 yılının Haziran ayında köy sakinlerinden H.T.'nin evinde okuttuğu Kuran'a katıldı. Ş.T., ev sahibine yardım etmek amacıyla yıkadığı tabakları kimsenin bulunmadığı alt kata götürdüğü sırada, Aydın K. burada kendisine tecavüz etti. Aydın K.'nın, "Aramızda olanları herkese anlatırım" diyerek tehdit ettiği Ş.T. ile yaklaşık 5 ay daha cinsel ilişkiye girdiği ileri sürüldü.

İMAMLIĞI BIRAKTI


Ş.T.'nin, imamın cep telefonuna gönderdiği mesajı eşinin görmesi üzerine şikayette bulunması üzerine Aydın K. hakkında, 'Cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma' suçlamasıyla 17.5 yıl hapis cezası istemiyle dava açıldı. Devrek Müftülüğü'nce başka bir köye atanan, bir süre sonra da imamlığı bırakarak İstanbul'da gazete dağıtıcılığı yapmaya başlayan Aydın K., Zonguldak 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün görülen karar duruşmasında hazır bulundu. Ş.T. ise duruşmaya katılmadı.


'KENDİ İSTEĞİYLE İLİŞKİYE GİRDİK'


    Aydın K. savunmasında Ş.T.'nin kendisini evine davet ettiğini ve kendi isteği ile bir kaç defa ilişkiye girdiklerini, zorla ilişkiye girmenin söz konusu olmadığını ileri sürdü. Hem kendisinin, hem de Ş.T.'nin eşleriyle sorunları olduğunu, ancak daha sonra eşiyle sorunlarını çözdüğünü söyleyen Aydın K., Ş.T. ile evlenmemesi nedeniyle kendisi hakkında böyle bir şikayette bulunduğunu iddia etti. Aydın K., Kuran okumak için gittiği evde Ş.T. ile cinsel ilişkiye girmediklerini de ileri sürdü.


Ş.T.'nin, kendi isteği ile ilişkiye girdiği kanaatine varan mahkeme, zorla cinsel ilişki olduğuna yönelik bir delil elde edilemediği gerekçesiyle Aydın K.'nın beraatine karar verdi.

İmamdan seks şantajı!

05 Temmuz 2010 / 12:15
Sakal-ı Şerif'i "koruyan" imam, 62 kadını çırılçıplak çekti, şantajla cinsel ilişkiye girdi!...
Paylaş:

Bilgisayar kasanızın işi bitik mi?

Sakal-ı Şerif'i koruyan imam, muska bahanesiyle 62 kadını soyup resmini çektiği ve şantajla cinsel ilişkiye girdiği iddiasıyla yargılanıyor. İmam Ö.S.’nin görev yaptığı Hacıhüsrev Camii’nde ihbar üzerine arama yapan polis, camideki Kuran kursunda 62 kadının çıplak resimlerini buldu. Lojmandan ise seks kasetleri ve 240 porno CD’si çıktı.

SAKAL-I ŞERİF GERİ ALINDI

HaberTürk gazetesinin haberine göre, teknik inceleme sonucu resim ve görüntüleri çeken kişi olduğu belirlenen imam“görevi suiistimal”den tutuksuz yargılanacak. Aynı camide korunan Hz.Muhammed’in Sakal-ı Şerif’i ise müftülüğe teslim edildi.

İstanbul Beyoğlu Asayiş Bürosu ekipleri, 35 yıllık imam Ö.S.’nin görev yaptığı Hacıhüsrev Camii’nde ihbar üzerine arama yaptı. Yapılan aramada, cami içerisindeki Kuran kursunda, 62 kadına ait çıplak pozların olduğu fotoğraflar bulundu. Adliyeye sevk edilen İmam Ö.S. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. İmamın emanetçisi olduğu Hz. Muhammed’e ait Sakal-ı Şerif ise müftülüğe teslim edildi

PORNO CD'LER

İstanbul Beyoğlu’nda görev yapan 35 yıllık imam Ö.S.,muska yapacağı bahanesiyle kadınları soyduktan sonra fotoğrafladığı ve şantaj yapıp cinsel ilişkiye girdiği iddiasıyla gözaltına alındı. 55 yaşındaki imamın evinde 11 seks kaseti, 240 pornografik video görüntüsünün yer aldığı CD ve caminin Kuran kursunda çekilmiş 62 kadına ait çıplak fotoğraf bulundu.

MUSKA YAZARKEN SOYDU

Kadınların şikâyetçi olmadığı imam, serbest bırakılırken görev yaptığı Hacıhücrev Camii’nde bulunanHz. Muhammed’e ait Sakal-ı Şerif,müftülüğe teslim edildi. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’ne kimliği belirsiz bir kişi, Beyoğlu İstiklal Mahallesi’nde bulunan Hacıhüsrev Camii’nin 16 yıllık imamı Ö.S.’nin cami içerisinde para karşılığı muska yazdığını, bazı kadınları bu gerekçeyle soyup, fotoğrafladığını ardından da şantaj yaparak cinsel ilişkiye zorladığı ihbarında bulundu. Beyoğlu Asayiş Bürosu ekipleri, 7 çocuklu imamın görev yaptığı Hacıhüsrev Camii’ne arama kararıyla baskın düzenledi.

Baskında, cami içerisindeki Kuran kursunda, 62 kadına ait çıplak pozların olduğu fotoğraflar bulundu. Polis, imamın oturduğu lojmandaki evinde ise 11 ayrı seks kaseti ile 240 pornografik video görüntüsünün yer aldığı CD buldu. İmama ait video kamera ile fotoğraf makinesine incelenmek üzere el konulurken Ö.S., bir yakınına gittiği Ümraniye’de gözaltına alındı. Teknik incelemede ele geçirilen görüntü ve fotoğrafların Ö.S. tarafından çekildiği belirlendi.

SUÇLAMALARI REDDETTİ

Suçlamaları reddeden imamın evinde bulunan görüntülerin 35 yıllık meslek hayatı boyunca çeşitli tarihlerde çekildiği tespit edildi. Cumhuriyet Savcısı’nın talimatıyla “memuriyet görevi kötüye kullanmak” suçundan adliyeye sevk edilen İmamÖ.S. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Dedektifler görüntü ve fotoğraf karelerini inceleyerek mağdur kadınların kimliklerini tespit etmeye çalışırken, İmamÖ.S.’nin emanetçisi olduğu Hz.Muhammed’e ait Sakal-ı Şerif ise müftülüğe teslim edildi.

GÖREVDEN AYRILDI

Konuya ilişkin olarak HaberTürk'ün görüştüğü Beyoğlu İlçe Müftüsü Recai Albayrak, Sakal-ı Şerif’in Hacıhüsrev Camii’nden güvenlik gerekçesiyle alındığını söyledi. Albayrak, “O arkadaşın emekliliğini istemesinin ardından, yerine başka bir arkadaşımız görevlendirildi. Bu arkadaşımızın caminin güvenlik koşulları hakkında bilgi sahibi olmasının ardından, Sakal-ı Şerif Hacıhüsrev Camii’nde yine sergilenecektir” dedi.

HaberTürk

http://www.haberform.com/haber/imamdan-seks-santaji-tacizci-imam-imam-tecavuz-tecavuz-haberleri-hacihusrev-cami-56888.htm

29.Ağustos 2010 Pazar günü yazdığım bir makale ve altında makaleye konu olayların basından aldığım kopyaları linkleriyle verilmiştir.


REFERANDUM, SENDİKA, KADINLAR VE İMAM NİKAHI

Başbakan’ın 03.Ekim 2003 seçimleri son rasında hükümet olan AKP’nin CHP desteği ile “siyasi yasağının” kaldırılmasının ardından Siirt milletvekilinin düzmece bir operasyonla vekilliğinin düşürülmesinin ardından Siirt Milletvekili seçildiğini bilmeyenimiz yoktur.

AKP’yi kuran,oluşturan “İslami Kürdistancılar”dır ve bunların ideolojileri de,Bitlis’li dönme Ermeni Said-i Kürdi’nin,”Nurculuk” tarikatıdır.geçmiş yazılarımda bu konuda yeterince açıklama zaten vardır.AKP hükümetini oluşturan İslam Kürdistanı heveslileri olan bakan ve milletvekillerinin çoğu toprak ağası ve şıhtır.

Bunların hepsi sekiz yaşından itibaren ileri yaşlarda çok sayıda evlilikler içindedirler.Doğulu Kürt arkadaşlarımdan öğrendiğime göre bunların haremlerinden başka her köyde birer eşleri vardır.Bunların köylerinin sayıları da 350 ve yukarısı rakamlara varmakta olduğunu hatırladığımızda adamların karılarını bile hatırlamadığı gerçeğini bile çıkarabiliriz.

Bunlara bu kadar karının da yetmediğini görüyoruz.02.Ocak 2006 tarihli Hürriyet Gazetesinde Olcay PINAR’ın haberini okuğumuzda meclisteki 550 milletvekilinin yarısının da Meclis’teki sekreterlerinden başka civarda buldukları hanımlarla “imam nikahlı olduğu” yazılmaktadır. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3727656&tarih=2006-01-02

Devletin Medeni Kanununda belirtilen “Tek eşlilik” ilkesinin de özellikle,bu yasaların yapıcısı olan ve koruyucusu olması gereken milletvekillerince nasıl çiğnendiğini,evlilik gibi kutsal bir kurumun şehvet arzuları uğruan nasıl suyunun çıkarıldığına AKP’nin ve meclisteki diğer ağa,pir,şıhlardan oluşan Kürt feodallerinden oluşan milletvekillerince nasıl birer zina,fuhuştan ibaret hedonist,sapık,pedofilik bir hale getirildiğine tanık oluyoruz.

Daha akşam AKP yandaşı bir kanalda “İmam nikanının resmi nikah haline getirilmesi ve bu yönden doğan mağduriyetlerin ortadan kaldırılması “ konuşuluyordu.

Hani kadına “pozitif ayrımıclık” bu anayasada getiriliyordu?

Anayasada yukarıda anlatılan zavallı Kürt kadınlarının ve köyleri ile satılan Kürt toprak işçilerinin,töer cinayetlerine kurban giden Kürt kadınları ve kız çocuklarının özgürlükleri konusunda tek bir madde olmaması ibret vericidir.

Pozitif ayrımcılık herhalde,Kürt feodalleri olan hükümet erkanının,adlarını,yüzlerini bile hatırlamadıkları sayısız eşlerini bir zamanlar Adnan Oktar Hoca’nın motorları olayına benzer sapık cinsel yaşamlarını resmileştrimek,yani,”dindar abazan” milletvekillerine ve Kürt feodallerine yaptıkları zinayı resmileştirecek bir kurum oluşturmak,bu yolun yolcusu hanımlara da “yasal koruma sağlamak” şeklinde algılamamak mümkün değildir.

Adnan Oktar hoca hani şu “Harun Yahya “ adlı sitesinde bütün dünyaya Fethullahçı bir Ilımlı İslam öğretisi veren zat.

Ne yapıyordu bu vatandaş?

Basının,hak yolundan değil,bok yolundan ilişki kurdukları belirlendiği için “motor” adını verdiği iki hanımın, kendilerinin seks kölesi olarak kullanıldıklarına dair Cumhuriyet Savcılığına başvurmaları ile ortaya çıkmış,Adnan hocanın bu yolla ilişki kuranlardan para sızdırmak içinde şantaj yaptığını iddia etmişler ve hoca efendi (!) 255 gün hapis yatmıştı.Sonunda sap dönmüş keser dönmüş bir şeyler olmuş,”Yalancısın Yaşar,karakolda doğru söyler mahkemede şaşar” türküsü örneğinde olduğu gibi bu kızlar bir yıla yakın bir aradan sonra ifadelerini değiştirmişler ve Adnan hoca serbest kalmıştı.

Bu olayda fuhuş dümeni hatıladığım kadarı ile şöyle çalışıyordu.

Adnan OKTAR Hoca bu suçtan ceza evindeyken.


Kadın arayan dindar abazan kişi Adnan Hocaya müracaat ediyor,o da hoca olduğundan bir imam nikahı kıyıyor,fuhuşun ücreti olan para da nikahın “mehiri” olarak kadına veriliyor,hoca efendi de bahşişini alıyor,abazan dindar kişi ilişkiye giriyor,ilişki sonunda tekrar hoca efendinin önünde dini kurallar içinde boşanıyorlardı.http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2000/08/06/229497.asp

Adnan hoca'nın kızları.(Amacım bu insanları karalamak değil,bunlar sayesinde irtica ortamına nasıl sokulduğumuzu,dinin nelere alet olduğunu anlatmak içindir.Daha ne olanlar var ama biz yansıyanlardan haberdarız.Bu yolda kullanılmış ve kullanılmakta olan niceleri var ki ,bilenler biliyor.)


Ortada dinin istismar edildiği,ancak “ahmakların inanacağı” bir fuhuş,bir beyaz kadın ticaretine apaçık “dini kılıf” uydurularak bu ahlaksızlık sürdürülüyordu.

AKP’nin ilk yıllarında, milletvekillerine “imam nikahlı (!) sekreterlerinin kocalarınca, fahiş paralar isteyerek ” yapıltıkları şantajlar yüzünden ZİNA’nın suç olmaktan çıkarıldığını hatırladığımızda bu “kadına pozitif ayrımcılığın” kadına bir yararı olmadığı gibi,fahişeliğine resmiyet kazandırmaktan öte gitmeyen bir çalışma,aldatmaca kandırmaca olduğunu görelim. http://keykubat.blogcu.com/referandum-aldatmacasi/8747212

İşte ahlak sürgünü kadınla evli sevgilisi
Olcay PINAR
TBMM'den Tarım Bakanlığı'na sürgün gönderilen G.İ.'nin imam nikahıyla birlikte olduğu A.E., AKP Bursa milletvekili Zafer Hıdıroğlu'nun sözleri üzerine imam nikahı yaptığını açıkladı. A.E., Hıdıroğlu'nun, G.İ.'ye 'Bu partide imamsız nikah olmaz' dediğini söyledi.

EVLİ bir erkekle birlikte olduğu için kızı tarafından şikayet edilen ve TBMM'den Tarım Bakanlığı'nın Şap Enstitüsü'ne sürgün gönderilen G.İ.'nin imam nikahıyla birlikte olduğu A.E., AKP Bursa milletvekili Zafer Hıdıroğlu'nu suçladı.

A.E., "G.İ. Hıdıroğlu'nun yanında çalışıyordu. Hıdıroğlu, G.İ.'ye 'bu partide imamsız nikah olmaz' demiş. O öyle söyleyince ben de imam nikahı yaptım" dedi. G.İ.'nin birlikte yaşadığıA.E., Meclis'te bildiği birçok milletvekilinin imam nikahlı olduğunu ileri sürerek "G.İ.'nin üzerine neden gidildi, anlamıyorum" dedi. A.E. şöyle konuştu:
ALYANSIMIZI TAKTI
"Bu imam nikahı meselesi, Bursa milletvekili Zafer Hıdıroğlu vesilesiyle oldu. Hıdıroğlu, bizim alyansımızı bile taktı. G.İ., beni ilk vekil olduğu yıllarda Hıdıroğlu ile tanıştırdı. G.İ, ona benimle bir birlikteliği olduğunu söyleyince Hıdıroğlu da benimle tanışmak istemiş. Bunun üzerine, yanına gittim; hatta onun karısı da vardı yanımızda. Zafer Hıdıroğlu, G.İ.'ye "bu partide imamsız nikah olmaz" demiş. O öyle deyince ben de imam nikahı yaptım. Benim evli olduğumu da biliyordu Hıdıroğlu. Milletvekili Zafer Hıdıroğlu, G.İ.'ye destek olacağını, hep arkasında olacağını söylemiş.
MECLİS'TE ÇOK
550 milletvekilinin belki de yarısı imam nikahlıdır. Benim gördüklerim de var. Niye G.İ.'nin üzerine gidildi anlamıyorum. Bizim bildiğimiz bir sürü milletvekili var imam nikahlı olan. Arınç'ın kendi yanına aldığı insanlardan halen imam nikahlı olanlar da var. Günahını almayayım ama belki Arınç'ın bundan haberi yoktur."
ÖZEL HAYATIMIZ
A.E, özel hayatlarına karışılmasını da yanlış bulduğunu savunarak "Meclis bir insanın özel hayatına karışacak kadar düşmüş mü? Bu kadar milletvekilleri bunları yaparken G.İ'nin özel hayatı Meclis'i niye ilgilendirir? Ben gerekirse Meclis başkanıyla da görüşürüm. G.İ., Arınç'la görüşmek istedi ama görüştürmediler" dedi. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3727656&tarih=2006-01-02



Hürriyet Yaşam

‘Motorlar’ sistemi yendi 06.Ağustos.2000


Pazar
Türk hukuk sistemindeki çarpıklık, Adnan Oktar davasıyla yine sorgulamaya açıldı. Örgütün ‘‘motor’’ları, ifadeleriyle Oktar'ın tutuklanmasında da, serbest kalmasında da belirleyici rolü oynadılar. Şimdi soru şu: Hukuk, ‘‘Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar’’ ifadelerinin oyuncağı olmaktan ne zaman kurtulacak.

Adnan Oktar tutukluluk günlerinde
ŞANTAJ çetesi kurduğu iddiasıyla yargılanan ve 255 gün cezaevinde tutuklu kalan Adnan Oktar'ın tahliye edilmesi, Türk hukuk sisteminin bir kez daha sorgulanmasına yol açtı. İfadeleriyleOktar'ın tutuklanmasında ve yargılanmasında önemli rol oynayan ve örgütün seks ihtiyacını karşıladıkları iddia edildiği için ‘‘Motor’’diye anılan Tuğçe Doras ile Seçkin Piriler, önceki gün İstanbul 1 No.lu DGM'de görülen duruşmada şikáyetlerini geri alıp beyanlarını değiştirince, Oktar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Adnan Oktar ile uygunsuz vaziyette yakalananTuğçe Doras ve Seçkin Piriler, örgüt üyelerinin kendilerini seks yapmaya zorladığını, seks kölesi olarak kullanıldıklarını belirtip, şikáyetçi olmuşlardı. Örgüt içinde ‘Motorlar’ ismi verilen Tuğçe Doras ve Seçkin Piriler'in ifade değiştirmeleri, adaletin yanılmasına yol açtı. Oktar'ın değiştirilen ifadeler üzerine tahliye edilmesi, ‘Adnan Oktar yalan ifadeyle boşuna mı hapis yattı? Yoksa Adnan Oktar yalan ifadeyle mi tahliye oldu?’ sorularını akla getirdi.

EN KOLAY İNKAR YOLU
Doras ile Piriler, olayın sanığı değil mağduru olarak ifade vermişler ve sonra da haklarında dava bile açılmasına gerek görülmeden serbest bırakılmışlar. Yani Adnan Hoca ve arkadaşlarını suçlamaları için baskı yapılabilecek en son iki insanTuğçe Doras ve Seçkin Piriler. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde görevli üst düzey bir yetkili, en kolay inkar yolunun, ‘‘Polis ifademi zorla aldı’’ demek olduğunu belirtti. Yetkili, ‘‘Müştekiler ise ilk andaki ifadelerini, ya korktukları ya da geçen süre içinde sanıklarla anlaştıkları için değiştiriyorlar. Bu da adaleti yanıltıyor’’ dedi.

Fiyatları arttı
Bir mankenlik ajansına kayıt yaptırıp manken ve fotomodel olarak iş arayan Seçkin Piriler ile Tuğçe Doras, Adnan Hoca olayı ile ün yaptılar. İki genç kadın, seks kölesi olarak kullanıldıklarını belirten çarpıcı ifadeleri ve basında yer alan fotoğraflarıyla kendi çevrelerinde etkili oldular, iş alanlarındaki fiyatları da bir hayli arttı.

Yeminli ifade şart

Avukat Ali Rıza Dizdar, Amerika ve Avrupa'da tanıkların poliste ifade verirken yemin ettiklerinin altını çizerek, ‘‘Bu sistem Makedonya'da bile var. Bizde ise tanık, poliste yemin etmediği için ifadesinden vazgeçebiliyor. Bu da adaleti yanıltıyor’’ dedi. Dizdar şu yorumu yaptı: ‘‘Bu olayda, tanıklar hazırlık tahkikatında yemin etmediklerinden sadece soyut beyanlarla sanıkların tutuklanmalarına neden olmuşlar, mahkemede yeminlerinden sonraki somut beyanları, yani olayla ilgili suçlayıcı, yer gösterici, yan delillerle sanıkların cezalandırılmasına sebep olacak beyanları olmadığından, sanıklar mahkemece sistem gereği haklı olarak tahliye edilmişlerdir.’’http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2000/08/06/229497.asp

Amerika’nın Koloni Partisi durumunda olan AKP iktidarının zina, fuhuş, kadın ve erkek fahişeliğini teşvik eden yasalarına bazı örnekler;

• OKULLARDA İSLAMİ KAVRAMLAR YASAKLANDI: Okullara gönderilen genelge ile bazı İslâmî kavramların ve terimlerin kullanılması yasaklandı. Bu kelimeler şunlar: Cemaat, cihad, fetva, halife, hicret, imam, imamet, kafir, medrese, mücahid, mümin, münafık, şehadet, şehit, şeriat, şirk, tağut, tebliğ, tekke, tevhid… Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı’nı söz konusu genelgeyi göndermekle görevlendirdi. (http://arsiv.sabah.com.tr/2005/01/13/gnd106.html)

• DİN DERSİ KİTAPLARINDA HIRİSTİYANLIK: Milli Eğitim Bakanlığında AB’nin etkisiyle Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında değişiklikler yapıldı. Örneğin: İlköğretim 6. Sınıf Din Dersi kitabında “Kutsal Kitaplar” konusu işlenirken, Kur’an-ı Kerim’le birlikte Tevrat ve İncil de yan yana aynı resim karesinde gösteriliyor, aynı değerde ve aynı önemde tanıtılıyor. Kur’an’dan örnekler verilirken, Tevrat ve İncil’den de cümleler sıralanıyor. (1) Bu durumda çocuklar, sözkonusu kitapları Kur’an-ı Kerim gibi güvenilir ve inanılır olarak algılamış oluyorlar. Aynı kitapta ders düzeninde Tevrat ve İncil’le ilgili olarak şöyle değerlendirme yapılıyor: “Müslüman bir kimse kutsal kitapların Allah tarafından gönderildiğine ve onlarda yer alan bilgilerin doğru olduğuna inanır. Bu, İslam dininin başta gelen esaslarındandır.”
 “
http://gizligercek.com/haber/727/striptiz-kulubu-yapilan-camilerimiz.html

• ZİNAYI SERBEST BIRAKAN YASA ÇIKARILDI: “Zina suç olmaktan çıkarıldı.” (2004)
• SULTANAHMET CAMİİNDE EROTİK FİLM: İspanyol filmciler, ilgili yarlerden izin alarak Sultanahmet Camii'nde Türkiye aleyhtarı ve ahlaksız konulu bir film çektiler. “La Faison Turka” isimli filmde Türk insanı film boyunca aşağılanıyor. Filmde Türkler, camide sevişen, sevgilisini, sevdiklerini başka insanlara çıkar için peşkeş çeken insanlar olarak anlatılıyor. Türk oyuncuların da yer aldığı İspanyol filmde İstanbul'da camide sevişme sahnesi çekildi.

• OKULLARDA EŞCİNSELİK DERSİ: TAP Vakfı'nın hazırladığı cinsellik derslerine program öncesinde katılarak bir rapor yazan rehber öğretmenler, konuların öğrencilerin psikolojisini bozacağını vurguladılar. Programda homoseksüelliğin ve lezbiyenliğin normal bir yönelim olarak anlatıldığını naklettiler. (16 Mart 2007, Zaman Gazetesi)

• EŞCİNSEL OTELİNE İZİN VERİLDİ: Türkiye’nin ilk eşcinsel oteli açıldı. (31.05.2007 – Posta)
• EŞCİNSEL FESTİVALİNE İZİN: AKP’den bir ilk: Gay ve Lezbiyen Filmleri Festivali’ne onay verildi. (27.09.2004 –Vakit) “Outistanbul 1. Uluslararası İstanbul Gay ve Lezbiyen Filmleri Festivali”
• DÜNYA BANKASI’NDAN EŞCİNSEL HİBELERİ: Dünya Bankası'ndan geçen yıl (2006) aldığı hibeyle ebeveynler için eşcinsellik konusunda broşür hazırlayan Kaos Gay ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (Kaos GL) 2007 yılında da aynı kurumdan 5 bin 143 dolar dolar aldı. http://www.milliyet.com/2007/05/13/ekonomi/eko06.html
• KİMLİKLERDE DİN OPERASYONU: AB’den nüfus kimliklerinde “din hanesi” kaldırılsın dayatması karşılığında değişiklik yapıldı. TBMM'ye sevk edilen Nüfus Hizmetleri Yasa Tasarısı'na göre, anne ve babanın istemi üzerine çocuklarının nüfus cüzdanlarındaki din hanesi boş bırakılabilecek. Çocuk 18 yaşına geldiğinde, kimliğindeki din hanesini mahkeme kararı olmaksızın, dilekçe vererek değiştirebilecek... (Birgün Gazetesi, 27.02.2006)
• EZAN SESLERİ KISILDI: Ezan Sesinin kısılması konusunda genelge yayınlandı (
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6767

• OKUL ÇEVRESİNDE İÇKİ SERBEST BIRAKILDI: Umuma açık içkili yerlerin okullara uzaklığını 200 metreden 100 metreye indirdi. Turizmi teşvik kapsamında olan yerlerde ise mesafe şartı aranmayacak. (4.4.2004 – Türkiye)
• APARTMAN KİLİSELERİ YASASI: 4928 No.lu ve 15.07.2003 tarihli kanunla apartmanlarda kilise açılması resmen serbest hale getirildi. (25173 sayılı Resmi Gazete-Yayın tarihi:19 Temmuz 2003 Cumartesi)
• CAMİLERDEN SU-ELEKTRİK PARASI: Camilerden elektrik ve su parası alınmaya başlandı. (Oysa kiliseler bu parayı ödemiyor) İlginç olan, önceki hükümetlerin çekindiği bu uygulamaya AKP’nin 2005 yılında başlaması.
Buraya kadar bizdeki din adamlarının Amerikalılardan pek farklı olmadıklarını gördük. “Tapınak Fahişeliği Kültünü bilerek veya bilmeyerek belki de geçmişten DNA’larına işlediğinden midir nedir şiddetle arzuladıkları inancı bende oluştu.

Şimdi “Tapınak Fahişeliği Kültünün” günümüz temsilcileri olan  “Müslüman maskeli” Sabilere bir bakalım. Bunlar herkesin çok iyi bildiği kişiliklerdir;

Said-i Kürdi yazdıkları yazılara Lemalar, Risaleler ve Şualar adlarını vermiştir. 1925 Şeyh Sait isyanı ile ilişkili bulunduğundan zamanın İstiklal mahkemesince Isparta Barla’ya sürülmüştür. Yazı yazamadığından yazıcısı olan Hüsrev’e saçmalıklarını kaydettirmiştir. Yazıların cümleleri Arap Ebced alfabesinin büyücülükte kullanılan “Huruf İlmi” gereğince hesaplı yazıldığından cümlelerinin anlamını bazen kendisi de açıklayamaz. Yazılarının tam Türkçe’ye veya anlaşılabilir bir dile çevrilmesi halinde büyünün bozulacağı ve “Kürdistan kurulamayacağı” inancını öğrencilerine aşılamıştır. Bu yüzden ağdalı dille yazılmış saçmalıklarını anlayan da yoktur.
Amerika ve İngiltere’deki Mason yapılanma, hizmetlerinden dolayı, Atatürk’ün öldürülmesinin ardından Demokrat Parti Hükümetiyle önce onun görüşlerini iktidar etmiş, onu serbest bırakmıştır. 12. Eylül 1980 Askeri darbesi ile de Osmanlının yıkılış ve Atatürk zamanının işbirlikçileri olan Nurcular ve yandaşları azınlıklar iktidara getirilmişlerdir.

İşte Sadi-i Kürdi Deliüzzaman’ın* Sabi, Yahudi, Hıristiyan kökenlerine işaret eden kendi kitabından kendi sözleri;

 SAİD-İ KÜRDİ DELİÜZZAMAN’A GÖRE MÜSLÜMAN DEĞİL HIRİSTİYANDAN ŞEHİT OLUR;



 “Birinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hıristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükafatı vardır.” (Kastamonu Lahikası,s.45)
 Ne dinden olursa olsun bir nevi şehit hükmündedir. Mükafatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa’ya mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denebilir.” (Kastamonu Lahikası,s.75)
Said- Kürdi Yahudi ve Hıristiyanların Ortağıdır, Müslümanların Değil;

 Müslümanlık – Hristiyanlık ittifakını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre; Nurcular, Hristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır.” (Emirdağ Lahikası I, s. 1712, Tarihçe–i Hayat, s.434’den nakleden Prof. Dr. Yumni Sezen, Dinlerarası Diyalog İhaneti, Kelam Yayınları)
Misyonerler ve Hristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak.” (Lem’alar,111,141)

Müslümanlar ile Hıristiyanların ne zaman “ittifak” yaptıkları yani” işbirliği yaptıkları görülmüştür? Said’in doğduğu 1876’yılında Osmanlı Rus ve batılı sömürgeci devletlerin saldırılarına karşı var olma savaşı veriyordu. Atatürk Çanakkale’de İngiliz, Fransız, İtalyan savaş gemilerinden yapılan saldırılara, karaya çıkarttıkları birliklerine karşı “vatanı savunurken” Said-i Kürdi İngiliz rahip ajanı Mr. Frew ve öteki ajan hocalarının talimatı ile o zaman Rus Çarlığı elinde bulunan Gürcistan’a Tiflis’e gidiyor, Bitlis’İn askeri, stratejik bilgilerini Rus istihbarat polisine veriyordu. Müslüman- Hırisityan İttifakı” dediği bu “bağları” olsa gerekir. Aynı dönemlerde Mısır’da Afgani, Akka’da Bahai, Pakistan’da (o zaman böyle devlet yok) Kadıyani, Arabistan’da da eşkıya olarak Türklere karşı savaşan Vehhabiler gibi “İngilizlerin kripto imamları” vardır.
 *(Siirtli hocası Fethullah ona deli demiştir. İlk lakabı da zaten Meşhur’dur. Meşhur, kendini bilmeyen, her şeyde bilgi sahibi imiş gibi konuşan ahmaklara Anadolu’da verilen yaygın bir lakaptır. Sultan II. Abdülhamit’te onu Üsküdar Toptaşı tımarhanesinde tedavi ettirmiştir.)

Aşağıdaki çeviri yazıyı okumadan önce, Said-i Kürdi’nin Rus bağlantılarına bir bakalım. Yıl 1916’nın başları. Bu görüşmenin ardından Said-i Kürdi DOĞRUDAN Bitlis’e dönecek, birkaç ay içinde Ruslar, Said-i Kürdi’den aldıkları istihbari bilgilerin rahatlığı ile Bitlis’e saldıracaklardır. 

Said, Çanakkale savaşında Atatürk’ün siperlerin üzerine çıkarak savaşıp askerlere moral verdiğini İstanbul’dayken çıkan yazılarda okumuştur. Ruslarla önceden pazarlıklı olduğundan o da siperlerin üstüne çıkacak, Ruslardan toplar çalacak, top mermilerine karşı atlayacak, yaralanacak ve esir düşecektir. Bitlis’te Rus’a düşecektir. Çanakkale’den sonra Atatürk gelerek Said’in teslim ettiği Bitlis’i kurtaracaktır. Bitlis’i Aynı yılın Üç küsur yıllık esaretinde bol bol Rus devrimcilerine karşı Müslümanları Çar yanında örgütleyecektir. Devrim olunca da Warşova üzerinden sepetlenecektir. Kendi kitabından alınan şu hikâyeyi ibretle okuyunuz.
Dönüşünde Bitlis’in geri alındığını öğrendiğinde “Kürdistan kurulmasını” engelleyen Atatürk’e düşman olacak ve ömrü boyunca düşman olacak ve ona düşman nesiller yetiştirecektir.

Atatürk’e “Süfyan” der. Ebu Süfyan, peygamber Muhammed’in amcasının oğlu ve çocukluk arkadaşıdır. Ömrü peygambere karşı savaşmakla geçmiştir. Mekke’nin fethiyle hem karısı hem de kendisi Müslüman olduklarını söylemişlerdir. Hakkında “görüldüğü yerde öldürülmesi emrini” vermesine rağmen Muhammed onu öldürtmemiştir. Belki de “öldürülmeden karşısına getirildiğinden böyle yapmıştır. Peygamberin soyu olan Haz. Ali ve çocuklarının soylarının kurutulması onun oğlu olan Muaviye ve Muaviye’den torunu Halife I. Yezid zamanında gerçekleştirilmiştir.
Bu yüzden Ebu Süfyan ve soyu İslam dünyasında pek sevilmez. Atatürk’ün Kuran’ı Türkçe’ye çevirmesi ve bazı reformlarını hazmedemeyen Yezid Said-i Kürdi sanki kendisi Müslümanmış gibi ona İslam’ın düşmanı “Süfyan” demiştir.

Atatürk’e SÜFYAN” Suçlamasını Kabul Ediyor;

“...bizim en mühim suçumuz, Risale-i Nur’un mahrem bir parçasında elli sene evvel bir hadîsin tefsirinde, cebrî kanunlarla şapkayı giydiren ve din-i İslâmı bu mübarek Türk milletinden kaldırmak için Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakikî Müslüman Türkü Protestan yapamayan ve millet-i İslâm için pek çok zararlı olduğunu ef’âliyle ispat eden ve hadis-i şerifin haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu, hayat ve mematıyla gösteren Mustafa Kemal’e bir mahrem eserde “din yıkıcı, süfyan” dediğimizi ve “kalblerdeki sevgisini bozmaya çalıştığımızı” isnad edip kararnamede mahkûmiyetimize sebep olduğunu...”Kynk-Emirdfağ Lyh 48
Bu gün onun savunucusu olan AKP ve Fethullah Gülen idaresindeki Nur cemaatleri “Ebu Süfyan Müslümandır” diyorlar. Çünkü, Kürtlerin aşiret reislerinden şıhlarına ve pirlerine kadar tümü “Süfyan’ın soyundan çocukların MELEZLERİDİRLER”.

Haz. Ömer zamanında Emevi idaresine giren Doğu Anadolu ve Afganistan Kürtlerinin tümünün beyleri öldürülüp başlarına Süfyan soyundan yeni Şeyhler tayin edilmiştir. Şıh lafı da Şeyh’in bozulmuşudur. Günümüzün sözde Kürt Şıhları ve ağaları da Emevi- Süfyan’ın soyundandırlar. Kürt bile değillerdir. Bu yüzden Kürtler arasında “Peygambere inanıp inanmadığına bakılmaksızın” sürdürülen “Seyit” düşkünlüğü yani “peygamber soyundan olma” salaklığının kökeni de bu olaydır.
Hani dilimizde güzel bir deyim vardır;
“-Dinime küfreden Müslüman olsa bari” Said’in Atatürk’e yaptığı Süfyan suçlaması ile Kürtlerin Süfyan soyu Seyit oldukları ve olma çabaları içinde yaşamaları nasıl bir çelişkidir?
Allah din düşmanlarının, hakiki Süfyanların açıklarını böyle ortaya döktürür işte.
Hıristiyan- Yahudi ve Müslüman taklidi yapanların siyasetleri, dinlerini yukarıda işlediğimiz Sabiler ile aynı çizgide değil mi?
Bunlar işte gerçek İslâm düşmanları değiller mi?

Said Rus Ajanlığına Başlıyor;

Said Hiç İşi Yokken İstanbul’dan Doğruca Gittiği Tiflis Dağlarında, Halktan Birileri Yerine Rus Polisiyle Görüşür. Oysa Ermenilerle birlikte isyan etmiş ve korkudan sığınmış 38.000 Yezidi Kürdü Tiflis’te vardır.
“”...Bundan sonra İstanbul’da fazla kalmaz, Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır, Van’a gideceğine Rus Çarlığının İdaresinde Bulunan Gürcistan Batum’a, oradan da Tiflis’e uğrar. Tiflis’te, Şeyh San’an Tepesine çıkar. Dikkatle etrafı temaşa ederken koskoca şehirde insan yokmuşçasına gele gele yanına bir Rus polisi gelir ve sorar;
( Hangi dilden konuştuğu da belli değil. O zamanlar Said Rusça bilmediğine göre, Polis Türkçe biliyordu ve İstanbul’dan kurulmuş bir proje üzerine geliyordu. Başka açıklaması olabilir mi?)
 “-Niye böyle dikkat ediyorsun?”
Bediüzzaman der:
-“Medresemin plânını yapıyorum.”
O der:
“-Nerelisin?”
Bediüzzaman:
“-Bitlisliyim.”
Rus polisi:
“-Bu Tiflis’dir!”
Bediüzzaman:
“-Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.”
Rus polisi:
“-Ne demek?”
.......

Bitlis'i Ruslara karşı savunurken esir düştüğünü anlatan Deliüzzaman'ın en yakın adamı Şeyh Sait ile Dersim asisi Gregoryen Ermeni Seyit Rıza'nın, Bitlis'in işgaline sağladıkları kolaylık için Rus Kafkas orduları komutanı Nikolay Nikolaviç'in madalya taktığı video.


İkinci dünya savaşının ardından ABD’nin başlattığı “Cumhuriyetler Çağı” bahanesiyle, Avrupalı emperyalistlerin ellerindeki sömürgelerde “bağımsızlık hareketleri” Amerika tarafından teşvik edilmektedir. Ancak, Said-i Kürdi’ye yazdırılan “Zülfikâr” adlı bir kitapçık, hala Osmanlı Devleti ve Hilafet var” sanan Müslüman Araplara “Hilafet emriymişçesine” dağıtılır.
Böylece bütün Müslüman direnişleri durur ve teslimiyet sağlanır. Sömürgeci devletler tek kurşun atmadan İslam dünyasını ele geçirince Said-i Deliüzzaman’da “Yazılı Takdirname” verirler. Yani “yıldızlı pekiyi” verilir.
Bir Müslüman şaşırsa şaşırsa dünyasını bu kadar şaşıramaz. Ama “Müslüman taklidi” yapan Said şaşırır. O zaten Müslüman değil tam aksine “düşmanıdır. İnanmadınız mı?
İşte o takdirname gene kendi kitabından;
Said'ten yaklaşık 50 yıl sonra onun "öğretmeninin" adını alan Fethullah da kusur
kalmaz!

Said Papalıktan Takdirname alır.;
 Papalık Makam-ı Âlîsi Kalem-i Mahsusu
Başkitabet Dairesi
Numara: 232247
Vatikan, 22 Şubat 1951
Efendim,
Zülfikar nâm el yazısı olan güzel eseriniz İstanbul’daki Papalık makam-ı vekâleti vasıtasıyla Papa Hazretlerine takdim edilmiştir. Bu nazik saygınızdan dolayı gayet mütehassis olduklarını bildirirken, üzerinize Cenâb-ı Hakkın lütuflarını dilediklerini tebliğe beni memur ettiklerini arza müsâraat eylerim. Bu vesile ile saygılarımı sunarım efendim.
İmza
Vatikan (Sayın) Bayn Başkâtibi
(Dış İlişkiler.)

Ölen Tanrı ve Vaftizci Said-i Deliüzzaman

Said-i Kürdi Deliüzzaman, kendisini “yarı tanrı” gösterme çabasında olan birisidir. Zerdüştlükte, Sabilikte olsun Sümer kökenli “Ölen Tanrı Kültü- Dying God Cult”  vardır. Bu dinlere göre, tanrı insan bedeninde yaşar ve beden ölünce o da ölür. Ancak, ruhu yeni doğan “seçilmiş” bir çocukta ortaya çıkar. Mesela Dalay Lama böyle bir ruhani kişiliktir.
Gnostik Ermeniler, Gregoryen Ermeniler, Kürt Alevileri, Zerdüştler, Budistler, Sabiler arasında yaygın olan bu inanışa göre, “çocukluğunda olağanüstü” belirtilen görülen insanların bedeninde olduğuna inanılır. Said-i Kürdi’nin de özellikle “okuryazar” olmamakta diretmesi ile Bahaullah’ın İngilizlerin ricalarına rağmen Süleymaniye Kürtlerince “Tanrılığının ret edilmesinin” tek nedeni onun “sular seller gibi okuryazar” olmasıdır. İşte, Said bu nedenle “Okur’dur” ama yazamayan birisidir. Soyadının da özellikle “OKUR” olması onun “yarı tanrı” olma iddialarına dayanmaktadır. Kendi kitabında başkaları da vardır. Görelim;

“...Bu hal etrafta işitilir.Ahali , kedisine veliyyullah derecesinde ihtiram eder ve o nazarla bakarlar.
Bu vaziyet, ikinci derecede bulunan birtakım âlim ve talebelerin rekabetlerini arttırdı. Genç, tecrübesiz talebelerden bir kısmı, ilmen mağlûp(1) edemedikleri Bediüzzaman’ı kavga yoluyla iskât etmek teşebbüsünde bulunmuşlarsa da, meseleden haberdar olan Siirt ahalisi, kendisini kurtarmak için gelmişler. Ahali nazarında büyük mevkii olduğu için, derhal muarızların ellerinden kurtarılmış ve bir odaya bırakılmış ise de, Bediüzzaman, mesleklerine olan fevkalâde muhabbetinden, muarızları bulunan talebe ve ehl-i ilmin câhillere hedef olmamasını temin için, kendisi odadan çıkıp, muarızları tarafından telef edilse bile ehl-i ilmin işine cahillerin karışmamasını müdafaa eder. Bu ihtilâfı kaldırmak maksadıyla herhangi bir talebeye,“Beni öldürünüz, ilmin haysiyetini muhafaza ediniz!” diyerek yüzünü çevirmişse de, hiçbir talebe kendisine hücum etmemiş ve nihayet ihtilâf bertaraf edilmiştir.
Siirt Mutasarrıfı, kendisini muhafaza etmek üzere yanına çağırdığı ve o talebeleri nefyedeceği haberini tebliğ etmeye gönderdiği jandarmaya karşı Bediüzzaman,“Biz talebeyiz; birbirimizle dövüşürüz, barışırız.Binaenaleyh, mesleğimiz haricinde bulunan birisinin bize karışması muvafık olmadığından, gelemeyeceğim. Ve hatâ da benimdir” cevabında bulunarak jandarmaları reddetmiştir.
Bu esnada on beş, on altı yaşlarında bulunuyordu.
 (1)-16 yaşında ve halen Alfabe ve okuma-yazma öğreten kitap okuyor, diğer yandan da felsefe okuyor. Amma adını bile yazamıyor. ”İlmin temeli” olan “okuryazarlığa” sahip değil. “1+1=2” işlemini 82 yıllık ömrü boyunca yazamamış, beş kuruş parayı alıp bakkaldan ekmek bile alamamış bir “İlim Adamı, Kimyager ve Din Uleması” düşünün. İlmiyle Hocaları, öğretmenleri kıskandırıyor. Saçmalıkları ile okumuş yazmış insanları, çıldırtıyor. Asıl çıldırtan Said değil, Kürtlerin ister Yezidi ister Alevi olsun hepsi “deliye” değer verir ve sır sahibi der. Deliye bağlanır. Okumuşları, hocaları delirten gerçek budur.

 Said,Rüyalarıyla Hareket Eden Bir Deli.Anı zamanda da Vaftizci Yahya peygamber sanki mübarek, önce öldürüyor sonra “vaftiz ederek” diriltiyor. Ölen Tanrı Said:
16 Yaşında Molla,Deliüzzaman Ret Kit Said-i Kürdi Rüya üzerine Toplu Tabancasını kapar, Kürt Paşası Öldürmeye Gider,atıyla Çocuk Öldürür ve Hazreti İsa olur Ölü Diriltir.;

 Said-i Kürdi ,içki içtiği ve namaz kılmadığı için “Git onu öldür” diye bir rüya görmesi üzerine kalkıp öldürmeye gittiği ve ilk gördüğünde adama “Seni Öldüreceğim” dediği için adamın önce kale almadığı ancak yavaş yavaş çıldırmaya başladığı Mustafa Paşa ile bir gün at yarışına çıkarlar. Fakat kastî olarak Mustafa Paşa gayet serkeş ve talimsiz ve hiç binilmemiş bir at hazırlanmasını emreder. Molla Said’e binmek için verir. (Allahu a’lem, attan düşüp ölmesini istemiş.) On altı yaşında bulunan Molla Said, serkeş atı biraz dolaştırdıktan sonra koşturmayı arzu eder. At, onun verdiği istikametten çıkarak başka bir istikamete doğru koşar. Var kuvvetiyle durdurmak isterse de muvaffak olamaz. Nihayet çocukların bulunduğu yere gider.
Cezire ağalarından birisinin oğlu yol üstündeyken hayvan iki ayağını kaldırıp çocuğun omuzları arasına vurunca çocuk yere düşerek hayvanın ayakları altında çırpınmaya başlar.

Nihayet etraftan imdada ulaşırlar. Çocuğu hareketsiz, ölü suretinde görünce Molla Said’i öldürmek isterler. Ağanın hizmetçileri hançerlerini çekince, Molla Said hemen rovelverine  (Toplu tabanca) el atar ve adamlara hitaben:
Hakikate bakılırsa, çocuğu Allah öldürmüş. Zâhire bakılırsa, at öldürmüş. Sebebe bakılırsa,
Kel Mustafa öldürmüş; çünkü bu atı bana o verdi. Durunuz, ben gelip çocuğa bakayım; ölmüşse sonra muharebe edelim” diyerek attan inerek çocuğu kucaklar. Çocukta hareket görmeyince soğuk suyun içine batırıp çıkarır.* Çocuk gülerek gözünü açar.”

 *Vaftiz-Kelime olarak “suya daldırma, batırma“ demektir. Bazen yağa da batırılarak yapılır. Grek rahiplerin vaftiz töreninde yağı fazla kullandıkları için, Grek Ortodoks olmayan anneler veya babalar arasında, bunca yağlamadan sonra çocuğunun kıçına biber, turşu, acı bitkisel yiyecekler doldurulup fırına verileceğinden korkanlara rastlanmaktadır (!) Rus Ortodoksları arasında da su bolluğundan mıdır nedir neredeyse her yıl acemi bir rahibin vaftiz esnasında yeni doğan çocuğu boğduğu haberine tanık olmaktayız.

 Soğuk Suya batırma, Yezidilerin doğan çocuğu vaftiz ettirmeleri, Şeyh Hadi’nin Laleş Vadisi civarında bulunan zemzem suyuna üç defa batırmaları şeklinde yapılır. Bu demek oluyor ki, Said çocuğu vaftiz etti ve diriltti. Yani mucize gösterip tanrılık taslamış oluyor. Silah taşıması, İslam öncesi Kâbe Putu Hubel-El Lah, Yezid Arapların Gök Gürültüsü (*Kur’an 13. Er Rad Suresi de” Gök Gürültüsü”  demektir.) ve Kılıç Tanrısıydı. Yani eski Yezidi inançlarına göre Said bir tanrıdır veya yarı tanrıdır. Hazreti İsa oldu çıktı.

 Kürtler Muhammed’i takar mı hiç?16 yaşında bir gencin bu kadar olayı hesapları yapması elbette düşünülemez. Ancak, bu yaşta Erzurum’dan Musul’a bölgede gezmedik yer bırakmayan bu gencin yaptıkları, Yezidlerin bol olduğu bölge halkı belki de gizli Yezid olan ailesi tarafından kim kaç defa ona belletildi. On defa okuldan kovulan birinin okutulması için gösterilen gayret de ayrı bir ibret örneğidir.
Öte yandan, Hindu, Budist, Cin, Katolik Hıristiyan ve Sabilerde, “ascetism/çilecilik” kültü vardır. Bu ilke gereğince erkek din adamları yani rahipler “Celibacy -bekârlık” çekerler. Yani onlara “evlenme yasağı” vardır.

Özellikle antik çağlarda “Paflagonya” olarak da bilinen Karadeniz bölgesi boyunca bulunan Venüs tapınaklarında, evli veya bekâr olsun tapınağa ibadete getirilen kadınlar “erkek din görevlileriyle”, erkekler de “kadın din görevlileriyle” ilişkiye “ücret karşılığı” girmek zorundaydılar.
Tapınak görevlileri de “asillerden” seçilmekteydi. Özellikle Efes Bergama’daki Artemis tapınağındaki rahipler, farklıydılar, onlarda İnanna’nın “onurlandırılmış ve aşağılanmış” olan kişiliğiyle örtüşen “çilekeşlik/ascetism” zorunluluğu vardı ve  çok ağır şartlar koşuyordu.

Artemis’e tapınanlarda rahip seçilmek herkese açıktı, ama rahip olmak isteyen kişi, cinsel organını sokak ortasında kendisi bir kesiciyle keser, koparır ve açık olan bahçe kapılarından birinden bahçeye atardı. Şansına evde birileri varsa ona ilk yardımı yaptıktan sonra rahip adayı tapınağa götürülürdü ve böylece rahiplik yaşamına başlardı. Rahip ve rahibeler bütün bedenlerini örten siyah dikişsiz kumaşlarla örtünüyorlardı. Rahibeler yüzlerini de peçeliyorlardı.
Bu dinin tapınak kıyafetleri Hıristiyanlığa aynen geçmiştir. Halktan hiç kimse “ruhbanlar sınıfına” alınmıyordu. Ruhbanlar bu ibadet gelirlerinin dışında halktan ayrıca asker yardımıyla “vergi” de toplayabiliyorlardı. (New York’lu parlamenter tarihçi Gore Vidal- Ben Cyrus Zerdüşt’ün Torunu” adlı tarihi romanı)

Dini duyguları yoğun olanlar da buna uyarlar. Said-i Kürdi (Nursi) Deliüzzaman da çileciliğin “para kullanmama” ve “bekârlık” ilkesine ömrünce bağlı kalmıştır. Oysa eşi Rukiye’nin ölümünden sonra aynı istekte bulunan damadı Hz. Osman’a peygamber Muhammedi ikinci kızı Ümmügülsüm’ü de vererek evlendirmiştir. Ayrıca “Çileciğiliğin İslam’da yeri yoktur” Diye de uyarmıştır. Böylece İslam’da Osman “iki kez peygamber damadı” olmuş tek kişidir.
Said’i Kürdi Delisinin sizce İslam ile uyuşan nesi vardır? Dinin emrine peygamberin sünnetine uymayan bir “ilk emri “İkra” oku olan ve “Kuran ayetlerini doğru okuyup söyleyemeyenlerin dua ve ibadetlerinin “sakıt olacaklarını” bildiren bir dinin “yazmaktan kaçınan” uleması nasıl olur?

Yazı yazamayandan nasıl Ulema- Bilim adamı” olur?
Ya da, 1400 yıldır İslam’a “Haçlı Seferleri” açmış Vatikan’dan “ödüller, takdirnameler” almış birisi nasıl Müslüman olur?

Ama Kuran’ın Rum Suresi tefsirinde İslam öncesi Mecusi olan Hicaz Araplarının ve peygamber sülalesinin “okuryazar” olmadıklarını ve bunun da “dini bir emir olduğunu” öğreniyoruz.
Nurculuğu Vatikan’ın* istekleri doğrultusunda biraz daha esnetip “Ilımlı İslâm ve Dinler arası Diyalog” saçmalıkları ile sürdüren ve Amerika Pensilvanya eyaletinde 600 dönümlük arazisi olan malikânede yaşayan Fethullah Gülen de aynen Said-i Kürdi gibi Vatikan’a “sadakat mektubu” yazmış, gidip 1991’de papanın elini öpmüş, ödüller verip ödüller almıştır. O da Said gibi “bekârlık” çekmektedir, çilecidir. Çileci rahiplerin Hıristiyanlığın ilk yıllarında manastırlarda eşcinsel ilişki ayinleri düzenledikleri hakkında sayısız yazı vardır.

*(Hıristiyanlığın ruhani merkezi ve tanrı ile ilişki kurabildiğine inanılan Papa’nın yaşadığı İtalya Roma şehrindeki etrafı surlarla çevrili, bağımsız devletçik olan yer.)

Şeytana tapmakla suçlandıkları için yakılarak öldürülen Masonların da benzer ayinler yaptıkları hakkında birçok kitap yazılmıştır. Bazı alıntıları bloglarımda vardır.
Sümerlerin, Babillerin, Asurların, Perslerin, Hintlilerin, Sabilerini Sabileşmiş Yahudilerin ve Hıristiyanların yaşamlarında bir şekilde “tapınak fahişeliği kültünden kalma” bekârlık/çilecilik gibi kalıntılar günümüzün en göze batan kişiliklerinde göze çarpmaktadır.

Bu kişilerin bir şekilde “eşcinsel yaşantı sürdükleri” hakkında bilgimiz yoktur. Ancak, dinler tarihi öteki adıyla Mitoloji bize birçok kanıtlar vermektedir.
Öte yandan hem yukarıda İranlı Zerdüşt’ün yazdığı Cami Kur’an kurslarında veya medreselerinden Hıristiyan manastırlarına, Yahudi Havralarına ve öteki dini ibadethanelere kadar her yerde “cinsel sapıklıklar” güncel haberlerde bizlere iletilmektedir.
Hindistan Bengal’de halen tanrı Kali’ye adanmış tapınaklarda “Dalit Kızlar” adıyla anılan, 5-6 yaşlarında kız ver erkek çocuk fahişeler görev yapmaktadırlar. Muradabad şehrindeki böyle bir tapınağa yapılan saldırıda iki çocuk fahişenin feci şekilde tecavüz edilerek yakılıp öldürüldüğü internet videolarında gösterilmektedir.

Benzer inanışlar Sabilerde de vardır. Bu kimselere bu gün Yezidi de denilir. Muaviye’nin oğlu halife I. Yezid” de buna örnektir. Oysa, Yezidiliğin- Sabiliğin, Zerdüştlüğün terk edilmesini emreden İslam’a rağmen “sözde Müslüman” Muaviye inat edip oğluna “Yezid” adını vermiştir. O yezitten sonra iki Yezid daha yetişecektir. Artık Ebu Süfyan, Muaviye ve Yezid’in ne kadar Müslüman olduklarını hesap ediniz!
Bakın Emalılı Hoca bu tür insanlara karşı nasıl davranılacağını yazmış;

Sabilere ve Gayri Müslümlere (Başta Vatikan ve İşbirlikçileri) Karşı Alınacak Tavır;
Elmalılı Hamdi Yazır

“Özet olarak hakikat şudur ki: Müslüman, Yahudi, Hıristiyan ve Sâbiî, bu dört sınıf içinde ve hatta bunların dışında her kim gerek devam ve sebat, gerek bundan böyle tevbe ve iyilik ile "kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve güzel amel işlerse" şartını hâiz ve bu vasfa ciddi olarak ve tam mânâsıyla sahip olursa, bunlara korku ve hüzün yoktur. Her lekeden, noksandan uzak bir gerçek kurtuluş kesindir. Ve bu şekilde ilâhî rahmet yolu herkese açıktır.
Şüphe yok ki Allah'a iman, Allah'dan gelen her hakkı tanıyıp kabul ve tasdik etmektir. Bunun gereği olan ahirete iman ise gelecekte muhakkak bir sorumluluk gününün geleceğini ve her amelin iyi veya kötü cezasının verileceğini itiraf ve tasdik etmektir. Bu imana yaraşan amel de yaşadığı zamana kadar
Allah'dan gelmiş olan emir ve yasakları hakkıyla yerine getirip, gereğince güzel ve faydalı işler yapmak, kötülükten kaçıp iyiliklere koşmaktır.

Ve işte böyle olanların o sorumluluk günü her çeşit korku ve elemden kurtulacakları, esenlik ve hakiki saadete erecekleri muhakkaktır. Bu kanun her zaman için haktır. Dün de hak, bugün de hak, yarın da haktır. Hem herkes ve her toplum için de haktır. Müslüman içinde hak, Yahudi için de hak, Hıristiyanlar için de hak, hatta sâbiîler için bile haktır. Evvel ve âhir (önce ve sonra) hiçbir din, hiçbir şeriat, tasavvur olunamaz ki bunu bir yol olarak kabul etmesin ve bunun tersini iddia edebilsin. Yahudi ve Hıristiyanların bu hak kanuna ilerden beri ne derece uygun olduklarına ve olabileceklerine gelince:

Maide Suresi 5: 103- “Allah, ne "bahîre"yi, ne "sâibe"yi, ne "vesile"yi ve ne de "hâm"ı meşru kılmıştır. Fakat küfredenler, Allah'a yalan iftira etmektedirler. Onların çoğunun akılları ermez”.
104-“ Onlara: " Allah'ın indirdiği (kitabı)ne ve peygamber'e gelin" dendiği zaman:" Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler olsa da mı?”

c-Neme lâzımcılık konusu;

Hz. Sıddîk (Ebu Bekir) (r.a.)den de rivayet edilmiştir ki, bir gün minberde, şöyle demiştir: Ey insanlar, siz bu âyeti okur ve konusunun dışına kor, ne olduğunu bilmezsiniz. Ben Resulullah'dan işittim, diyordu ki: İnsanlar bir kötülüğü görürler de değiştirmezlerse, Allah Teâlâ genelde hepsine azab eder. Şu halde iyiliği emrediniz ve kötülüğü men ediniz, âyetini yanlış anlayarak aldanıp da herbiriniz: "Neme lazım, ben kendime bakarım" demesin. Allah'a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten men edersiniz yahut Allah sizin üzerinize şer olanlarınızı kullanır da onlar size en kötü azapları getirirler, sonra iyileriniz dua eder de kabul edilmez." Yine Peygamberimizden şu hadis rivayet edilmiştir ki: "Hiç bir kavim yoktur ki, içlerinde kötülük işlensin veya fenalık yol alsın ve onlar onu değiştirmesin ve reddet meşinler de onların hepsine cezaları umûmileştirmek Allaha hak olmasın olmaz. Herhalde genel cezayı hakeder, sonra da duaları kabul olmaz". "Öyle bir fitneden sakının ki, aranızda yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz." (Enfâl, 8/25) âyet-i kerimesi bunu anlatmaktadır.
Yoksa "Ben yapmıyorum ya, başkaları ne yaparsa yapsınlar" deyip de toplum işlerinin işleyişiyle ilgilenmeyen ve onun düzelmesini görev edinmeyenler, kendi şahıslarında doğru yolu tutmamış ve yuları, şerli önderlerin ve sapık kişilerin ellerine teslim etmiş olacaklarından dolayı, herhalde sorumlu olur, zarar görürler.

Bununla beraber âyet bize asıl şunu da gösteriyor ki, kurtuluş ve toplumun hidayeti, kurtuluşun başlangıcı ve hidayeti de ferdîdir. Fertler doğrulunca toplum da doğrulmuş olur. Toplumu ıslah ve tazim etmek isteyen kişiler ilk önce kendilerini düzeltmeli, iyiliği emir ve kötülükten menetmeye önce kendi şahıslarından başlamalıdırlar.”
Elmalılı hoca’dan bu konuda bu kadar.

Sabi, Yezidi, Mason inanışlarının harmanı olan Nurcular Cumhuriyet dönemi boyunca “Yahudi ve Batı karşıtı” siyaset izlediler ve siyasi hareketlerine daima “Milli” adını eklediler.
Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi bunlara örnektir. Oysa onlar özünde “Kürt Milli Aşiretinden” oldukları için bu adı kullanmışlar ve bunu “İslâm” adı altında gizlemeyi iyi başarmışlardı.
Biz ise hepsinin köklerinin batılı sömürgeci devletler ve Vatikan ile işbirliği içinde olan, manda* kültünü savunanlar isyancı Kürt Aşiretlerine, onların gerçek Müslümanlar olduğuna inanmıştık.
*(Mandacı- İng. Mandate’den-Batılı devletlerin himayesinde, sömürge yaşamayı savunan)

Oysa 03.Ekim.2002 genel seçimleriyle iş başına geldiklerinden beri yaptıkları ilk önce, Üniversitelerde “kadın-erkek eşcinselliğini” dernekleştirmek, görsel ve yazılı basında “eşcinselliği” yaymak oldu. İşte basından birkaç örnek;

AB’a uyum hızlı başladı… Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Gay ve Lezbiyen derneği tüzüğünü ahlaka aykırı bulmadı(!)
Peşinen kanunlara konmuş
Başsavcı kararında, 5253 Sayılı Dernekler Kanunu’nun, AB Siyasi Kriterleri, Katılım Ortaklığı Belgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve taraf olunan uluslararası insan hakları sözleşmeleri dikkate alınarak hazırlandığı belirtildi.
Kararda, 5253 Sayılı Dernekler Kanunu’nun, AB siyasi kriterleri, Katılım Ortaklığı Belgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve taraf olunan uluslararası insan hakları sözleşmeleri dikkate alınarak hazırlandığı belirtildi.
Yasanın temel felsefesinin derneğin özeline girmemek, resmi makamların veya kamuoyunun gözetiminden uzak serbestçe etkinlikte bulunmasını sağlamak olduğu anlatılan kararda, ”Yasa, devletin derneklere karşı baskıcı değil, kollayıcı tavrını göstermesi usulüne göre yapılandırıldı” denildi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, KAOS Gay ve Lezbiyen Kültürel Araştırma ve Dayanışma Derneği’nin adında ve tüzüğünde ahlaka aykırı bir durum bulunmadığı gerekçesiyle, derneğe kapatma davası açılmasına yer olmadığına karar verdi.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde kurulan gay-lezbiyen öğrenci kulübü, Türkiye’de bir ilke imza attı. 15 öğrenci tarafından bir ay önce kurulan ve üniversitede paneller düzenleyecek olan kulübün üyeleri “Heteroseksüeller de bize destek oluyor” dedi.
Bilgi Gökkuşağı Lezbiyen - Gay - Biseksüel - Transseksüel - Travesti Kulübü’nün kurucuları “Darısı diğer üniversitelerin başına” diyor.
Babil, Asur, Mitra, Zerdüşt dinlerinde yaygın olan “eşcinsellik” Tevrat’ta tekrar “lanetlenerek” anılıyordu;

Tevrat- Levililer Bölüm 20. Ayetler 13 ve 14;
Lev.20: 13 “Bir erkek başka bir erkekle cinsel ilişki kurarsa, ikisi de iğrençlik etmiş olur. Kesinlikle öldürülecekler. Ölümü hak etmişlerdir.”

Tevrat’ın yeniden yazılmasından yaklaşık 1100 yıl sonra bu konu, Tevrat ve İncil’in doğrulayıcısı olduğu iddia edilen İslam’ın Kur’an’ına şöyle giriyordu;
Nisa:4:
15. “Kadınlarınızdan eşcinsellik/sevicilik yapanlara karsı içinizden dört tanık getirin; eğer tanıklık ederlerse o kadınları, ölüm canlarını alıncaya ya da Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.”
16. Eşcinselliği içinizden iki erkek yaparsa onlara eziyet edin. Bu ikisi tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Allah Tevvâb'dır, tövbeleri çok kabul eder; Rahîm'dir, merhametine sınır yoktur.”

İşte bu oğlanlar 144.000 kişi Cennete doğrudan gidecekler.Onlar da yeniden yaratılan,cennet yaşamı verilen dünyada huzur içinde sonsuza kadar yaşayacaklarına inanıyorlar.İşte ayeti.
İncil "Yuhanna Vahiy-Kuzu ve Kurtulanlar 1-5; Sonra Sion Dağında Kuzuyu (Allah-İsa) ve onunla birlikte 144.000 kişinin durduğunu gördüm.... Bunlar kadınlarla ilişki sonucu lekelenmeyenlerdir. Çünkü kız oğlan kızdırlar.Kuzu her nereye giderse Onun ardı sıra gidenlerdir.İnsanlık içinden Tanrıya ve Kuzuya kurtulmalık karşılığında sağlanan ilk üründürler.

Bu ayette Hıristiyanların “İnsan Tanrısı “Jesus/ Christ (Kirist)/ Hıristo/ İsa’nın da “sübyancı, gılmancı yani “kulampara (Pederastic) “ olduğuna tanık oluyoruz. Hıristiyanların imanı yerinde olanları ve Yecüc-Mecüc’e karşı Armagedon savaşlarına katılanlar ise “Yeniden yaratılacak dünyada her kusurdan arınmış cennet yaşamına devam edeceklerdir.Yani cennet yok.Gene burada devam.(Vahiy son bölüm olsa gerek.Her şeyde de sayı numara vermekten bıktım)) Merak eden açsın okusun.)
Tevrat’ta Allah’ın “erkek çocuk” aldığını kanıtlıyor;

Say.8: 18 “İsrail'de ilk doğan erkek çocukların yerine Levililer'i seçtim”

İslam’ın Kur’an-ı da Yahudi İbrahim’in Bedevi Hacer’den olma melez İsmail soyundan türemiş, Bedevi melezi Hicaz Yahudi Arapları için cennette “gılmanlar, vildanlar” vat ettiğine tanık oluyoruz. (Ama bu dünyada değil, cennette!)

Kuran Vakıa Suresi-17-“Çevrelerinde ölümsüzlüğe erdirilmiş gençler (vildanlar-oğlanlar) dolaşırlar.”
Vakıa Suresi Arapçası Ayet 17-"Yetufu 'aleyhim veldanun muhalledune."
Veldanun=Vildanlar-genç oğlan erkekler.
Tur Suresi-24;”Kendilerine ait sedefte saklı inci gibi civanlar dolaşır çevrelerinde”
Tur Suresi 24;"Ve yetufu aleyhim ğılmanil lehum keennehum lu'luum meknun"
("Ğılmanil=Gılmanlar-eşcinsel,hizmetçi genç "sübyan" erkekler."Aynı surede)
(Bilmiyorsanız açın sözlükleri araştırın ve  öğrenin.)

Biraz da 1710-1783 yılları arasında yaşamış namlı bir Din Ulemamızın kaleminden bu konu nasıl yorumlanmış?;
Erzurumlu İbrahim Hakkı “Marifetname” adlı kitabında şöyle yazıyor:
“... Beş farz namazın her birinin vakti gelince, o arş horozu, kanatlarını birbirine çarpar. Bağırarak ve kanadının her püskülünden başka bir ses çıkararak seslenir. Bu ses, Cennetteki ağaçların dallarını bir rüzgâr gibi sallar ve o sese sevinen Cennetteki huri ve gılman, Hazreti Muhammet ümmetinin namaz vakti gelmiş ve şimdi hepsi namazla meşgul olacaklar diye birbirlerine müjde vermeye başlarlar....... “

Yalnız İslâm’ın vatleri cennet hayatında geçerlidir. İnsan dünya yaşamında aşağılanmış ve cezalandırılmıştır. Bunu bize Kur’an-ın “Tin suresi söylüyor;
Bu konuyu Kuran “Tin Suresinde” kesinleştirmiştir;
“4-Biz insanı en güzel biçimde yarattık.
5-Sonra da çevirdik aşağıların aşağısı kıldık.” Demektedir.

Yeni cennet yaşamlarında insanlar, İslami inanca göre insanlar dünyevi kusurlarından arınmış, herkes “33 Yaşında”, sağlıklı bir yapıda ve görünümde olacaklardır.
Kendisinden önceki “dinlerin doğrulayıcısı” olan Kur’an Tevrat’ta geçen “eşcinsellik” ile ilgili ayetleri yaklaşık “1100” yıl sonra tekrar doğrulamıştır. Demek ki “eşcinsellik” ister erkek ister kadın arasında olsun tanrının gözünde kötüdür. Bunu görmüş olduk.

Ayetleri bir başka açıdan yorumladığımızda ise hem Yahudilerde hem de Müslümanlarda “kadın ve erkek eşcinselliğinin” yaygın olduğunu fark ediyoruz. Çünkü hiçbir topluma durduk yerde “yasak” konulmaz. Arap melezi Hicaz Yahudileri bu gün de yaygın olarak eşcinsellik yaşamı sürmektedirler.
Yezidi ve Müslüman Kürtler arasında da eşcinsellik yaygın bir yaşam tarzıdır. Avrupa birliği ve Amerika bütün Müslüman ülkelere “eşcinselliği resmen dayatmaktadır ve devletin başına da eşcinsellerin getirilmesinde diretmektedir.
Bu gün İstanbul’da terör örgütüne gelir temin etmek için fuhuş yaptırılan erkeklerin % 99’u batılı ülkelerin işbirlikçiliğini yapan örgüt bağlantılı Kürtlerden oluşmaktadır. Bu da Kürtlerin de Arapların da ne Tevrat ne de Kur’an’dan pek ders almadıklarına işaret etmektedir.
Ve son olarak Papalığın “eşcinselliği ve çocuk pornografisini onaylamasından” sonra da Milli Eğitim yasasında yaptıkları değişiklikle “4+4+4” eğitim yasasını meclisten geçirmek oldu.

Bu eğitim yasası, Yezidi Kürtler, Zerdüştler ve Sabilerde ve bazı Yahudi tarikatlarında kızların evlenme yaşının “8-9” olarak kabul edilmesine dayalıdır. Bu topluluklarda yetmiş, seksen yaşında bir erkeğin sekiz, dokuz yaşlarında bir kızla evlenmesi olağandır. Buna ortam hazırlamak için de ilkokula başlama yaşını “60” altmış ay yani “5” beş yaş olarak belirlediler. İlköğretimin mecburi olan ilk “Dört yılını” dolduran bir kız öğrenci ileriki öğrenimine “açık öğretim eğitimi alarak devam edebilecektir. Dokuz yaşında bir çocuğun “açık öğretim eğitimi” alabilmesinin düşünebiliyor musunuz?

Bu elbette olanaksızdır.
Ama bu “maskeli Müslümanlar" amaçlarına ulaşmışlardır. Bu çocuklar zorunlu “ilköğretimi” tamamladıklarında “9” dokuz yaşında olacaklar ve evlenebileceklerdir.
Öte yandan İslamiyet’te evlenme yaşının “6”  altı ile “8” olduğunu biliyorsunuz. Biz insanları “dinlerine göre yaşamaları için bunları yapıyoruz. Sözümüz var, “dindar gençlik” vat ettik! Diyebilirsiniz.
Hatta siz, Vehhabi Suudi evlendirme bakanı Ahmet El Mubi’nin de dediğini diyebilirsiniz;
-“Muhammed, altı yaşında Hz. Ayşe ile evlendi. Bu durumda ailesi vekâlet verirse bir günlük kız çocuğu da evlendirilebilir!”

Hatta sizin kurmayı hedeflediğiniz Yahudi- Mason İslamı olan Nurculuk benzeri sözde İslâm-i düzeni İran’da 1979’da kuran Ruhullah Ayetullah Humeyni’nin yazdığı Şeri Hukuk Kitabı “Küçük Yeşil Kitap” ile Tahrir El Vesile” adlı kitaplarından şu alıntıları da yapabilirsiniz;
Tahrir El Vesile’de bakın Ruhullah (Allah’ın Ruhu, yani adam Allah’ın ruhuna sahipmiş ve Allah’mış demek oluyor.) efendi neler yumurtlamış;

Tokat Zile'de kendi öz kızına işkence yaparak
ensest yaşayan Astsubay haberi tıkla
Bir erkek, bebek kadar genç bir çocuktan cinsi olarak hoşlanabilir. Vaginal yolla ilişki yapılırsa çocuğa acı verebilir ama anal yoldan ilişki kabul edilebilir.
Eğer adam çocuğa zarar verirse, çocuğun bütün yaşamı boyunca ona bakmak zorundadır. Bu kız adamın dört yasal eşinden sayılmaz ve adet görmeye başlayıncaya kadar babasının evi yerine kocasının evinde kalması gerekir. Ay hali görmeye başlayınca başkası ile evlendirilebilir. Herhangi bir baba kızını çok genç yaşta evlendirirse cennette sürekli kalıcı yere sahip olur. (Tahrir al Vesileh.4.Baskı-Kum- İran 1990)

Sütten kesilme yaşında olan genç bir kızdan bir yetişkin erkek hoşlanırsa, yani kalçalarının arasında cinsel organını sokar veya öperse YASAK DEĞİLDİR! (Küçük Yeşil Kitap)
Bir Müslüman çıksın bana bunların Kur’an’da yeri olduğunu söylesin. Ha bazı şeyler var ama bu kendini Allah ilân eden Ruhullah’ın yasalarındaki kadar zalim değildir. Bizde yaygın inanış, Ayşe’nin “9” Dokuz yaşına kadar babası Ebubekir’in evinde büyümesi için bekletildiğidir.
Nur Suresi 24:
24:33. “Nikâh imkânı bulamayanlar, Allah kendilerini lütfundan zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar. Size bağımlı olanlardan, hürriyetini satın almak isteyenlerin, kendilerinde iyi hal görürseniz, onlarla yazılı anlaşma yapın. Allah'ın size verdiği malından siz de onlara verin. Hizmetinizdeki genç kızları, iffetli kalmak isteyip dururlarken, iğreti dünya hayatının basit menfaatini elde etmek için fuhşa zorlamayın. Kim onları baskı altında tutarsa Allah, fuhşa zorlanmalarından sonra onları affedici, esirgeyicidir.”

Nur Suresinin “33.” Ayetinin ilk bölümü nikah konusunu işliyor ve “kölelerin” bile hürriyetlerini istemeleri halinde “yazılı anlaşma yapın” demektedir.
Sizce,sekiz, dokuz yaşında bir çocuk yazılı antalşam yapabilir mi? Hakkını savunabilir mi?
Bu günkü şartlarda bir ev, araba ya da mağazandan ve kapıdan yapılan taksitli alışverişlerde düzenlenen senetleri yetişkin insanlar bile anlayamıyorlarken sizce Kur’an bu ayeti sekiz dokuz yaşında “köle” çocuklar için mi indirmiştir?

Artı, ayetin son cümlesi de Arapların, kız çocuklarına zorla “fuhuş” yaptırdıklarını anlatmakta ve bunu men etmektedir.
Anlayan anlasın. Devam edelim aynı surenin 58. ayeti;

ERGEN OLMAYAN EŞLERİN CİNSEL İLİŞKİYE ZORLANAMAYACAKLARI VAKİTLER

24;58. Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlarla, ergenlik yasına gelmemiş olanlarınız sizden üç vakitte izin istesin: Sabah namazından/duasından önce, öğlen vaktinde elbiselerinizi çıkardığınızda, gün battıktan sonra yerine getirilen namazdan/duadan sonra... Kaygılanacağınız üç vakittir bunlar. Bunlar dışında size de onlara da bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, birbirinize bakabilirsiniz. Allah, ayetleri size iste böyle açıklıyor. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.”
Bu ayetin Kur’an tefsirinde açıklamasına rastlamadım. Çünkü yapılmamıştı. Elmalılı Hamdi Yazır bu tefsiri yaptığında TBMM’deki milletvekillerinin % 80’i belki böyle “ergen olmayan” eşlere sahiptiler. Çünkü Osmanlı’da kızlarda evlenme yaşı “8” sekizdi. Türkler ise “14-16”  yaşlarında daima ısrar etmişlerdir. Kürt ve Arap milletvekillerini delirtmemek için yapmış olsa gerekir.
Öyle olduğu o kadar aşikâr ki, günümüzde “dindarlık” adı altında “çocuk fuhşu” halen büyük bir sorundur.
Ve “Tapınak, Tarikat ve Sosyete Fahişeliği” konusuna, “Keykubat.blogcu.com’da” yayınladığım “Hüseyin Üzmez Olayı” ile son verelim;

Pazar, Nisan 27, 2008 - ŞERİATÇI SÜBYANCI İSLAMİ YAZAR.
Kategori: Haber


Bu gün televizyonun sabah haberlerini dinlerken şeriatçı basından bir yayın organının "Kemalistleri Şiş yapmak lazım" şeklinde bir ifade kullanması hem yorumcuların hem de benim oldukça dikkatimi çekmişti.
Bunlar ABD desteği ile Afrika ve Okyanusyadaki adalarda yaşayan animist ve yamyam gelenekleri olan toplumların arasında yaşamaya başladıklarından bu yana dünyayı anlama ve yorumlama kavramlarında oldukça geriye gittikçe gitmişler diye düşünüyordum ki,yeni okunan bir haber daha da şok edici oldu.
Yıllardır televizyon kanallarının tartışma programlarının müdavimi olan,ahlak,fazilet ve Kur'an üzerine adeta bir fetva makamı gibi ifadeler kullanan Hüseyin ÜZMEZ'i görünce "Pes vallahi" dedim.

Hüseyin Üzmez

   İste bana Pes" dedirten haberin bir kısmını resimleri ile sunuyorum;
"Vakit Gazetesi yazarı 78 yaşındaki Hüseyin Üzmez, 14 yaşındaki B.Ç. adlı genç kıza tecavüz suçlamasıyla Bursa’nın Mudanya İlçesi’nde tutuklandı. Üzmez’in B.Ç. adlı kızla ailesinin bilgisi dahilinde ilişkiye girdiği, genç kızın daha sonra şikayetçi olduğu bildirildi. Üzmez, 1952 yılında gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı öldürmeye teşebbüsten 10 yıl hapis yatmıştı.
BEŞ yıl önce kendisinden 50 yaş küçük Ayşe Yılmaz’la nikah masasına oturan ve uzun süredir aşırı dinci Vakit Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan Hüseyin Üzmez, küçük yaştaki kıza tecavüz ettiği ihbarı üzerine önceki gece 23.30 sıralarında Mudanya’daki yazlığında gözaltına alındı. İnegöl İlçesi’nde oturan 14 yaşındaki B.Ç’ye tecavüz ettiği iddia edilen Üzmez’le birlikte küçük kızın annesi ve babası da Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü."

Haberin linki için= "http://www.hurriyet.com.tr/gundem/8796770.asp?gid=229&sz=30534"
Eskiden de bu taraklarda bezi varmış:
İşte Akşam Gazetesinden bir alıntı;
ÜZMEZ, 28 Şubat sürecinin önemli olaylarından Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin’in basılması ile de gündeme gelmişti. Gündüz ile Şahin’in yakalandığı ev Hüseyin Üzmez’e aitti.
Üzmez, yaptığı açıklamada “Evet benim evimde basıldılar. Zaten ben o evi Müslümanlara tahsis etmiştim” yorumunda bulunmuştu. ‘Can Pazarı’ adlı aşk romanının aynı zamanda kahramanı da olan bir üniversite öğrencisi ile yaşadığı aşkı romanlaştırmıştı.
Meğer ulemamız sadece derin Kur'an alimi değil aynı zamanda da romantik bir çapkın ve kıyakçıymış da.
Ama nasıl?
Hani halkımızın güzel bir deyişi vardır;
"Eşek kuyruğuna bakmaz kendini sıpa sanırmış" ifadesinde olduğu gibi ulemamızın gönlüde hala eşek değil yavrusu olan bir sıpa kadar körpeymiş.
Üstelik kendinden 50 yaş küçük bir eşi de varmış,bu hatuncağız da ona yetmemiş bu defa 64 yaş küçüğüne göz koymuş.Bu kadar cinsel iştah pes bir daha yani.Bu bir gösteriş de kime?
Ne diyormuş "Bu komploymuş çıkınca hesabını soracakmış"
Sorar mı sorar.Çocuğun ebeveynin müsadesin belli ki adam ve kadın tam bir pezevenktir.Ama  kız istese bile seninle paran için ilişki içinde oldukları besbelli olan bu ilişkiye gireceğine bir karakaçana gitseydin daha yakışırdı.
O da yeni yasalarla suç oldu ya,ama Eşeğin Savcılığa şikayette bulunması lazım.O da olmayacağına göre sahibi görürde  şikayet ederse seni tanırsa bu iş yürür.Üstelik bu kadar da gürültü yapma olanağı bulmama şansı da yüksekti.
Böyle sübyanlarla birliktelikte olmanın amacı "cinsel tatmin" dışında bir şey olamaz.
Oysa birlikteliğin sadece "cinsellik temalı" olması dönemi çoktan geçmemişmidir? Demek ki geçmemiş.İnsan sahip olduğu bazı değerleri,tecrübeleri anıları paylaşacağı bir birlikteliği aramakta iken bu kart sıpa cinsel sapıklık peşinde hem de sübyanlarla.

Sapıklığın kaynağı zihniyet mi? Ne?:

Hani derler ya "Dervişin fikri neyse zikri de odur" veya "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz"
Biz de mecburen ulamamızın fikirlerine ve işlerine bakacağız.Atalarımız böyle buyurmuş,şeriatçı Hüseyin Üzmez de öyle yapıyordu zaten.
Bakıyoruz ulemamız, peygamberinin yolunda.
O da arkadaşı Ebu bekir'in kızı Hz.Ayşe ile (9) yaşında nikah kıymış.Kendisi istememiş de, dinen olmaz demiş ama amcası ısrar etmiş.Hz. Peygamber yanından çıkınca evin bahçesinde veya sokakta bez bebekleri ve tahtaravallide arkadaşları ile oynadığını daha sonraki anılarında Hz.Ayşe anlatıyor. (Aşağıdaki aynı kitapta.)
Daha sonra da kocası savaşta ölen,dul kalmış,güzelliği de dillere destan olmuş Hz.Ayşe ile aynı yaşta olan  Hz.Ömer'in kızı Hz.Hafsa ile de bir entrika ile evlenir.(*) Ondan önce de Hz.Sevde ile evlenmiştir.
Hz.Hatice öldüğünden bu kadının gelmesi ile Peygamberin evine 3.bir oda eklenmiş ve kadınların da buna itiraz etmedikleri de yazılmıştır.(Etseler ne olacak ki?)
(*)Kaynak-Hz.Muhammet'in hayatı- Martin Lings veya Ebubekir Siracettin-İnsan yayınları.(Çağdaş Lawrence'lardan bir daha.) Entrika'yı da kitap yazıyor "Peygamberin Planı" diyor.Siret ödüllü ve İslamı yaymak için hükümetin gazete eşantiyonu olarak dağıttığı bir kitap.

Hz. Peygamber de bu eşlerinden 43 yaş büyüktür.
İşte Hz.Ayşe'nin evliliği hakkında gerekli bilgiler;
(Akşam yazarı Rıza ZELYUT'un 18.05.2008 tarihli ek yazısından alınarak eklenmiştir.Kaynak farklılığı her zaman zenginliktir.)

Türkiye Diyanet Vakfı'nın yayımladığı İslam Ansiklopedisi'nin 3. cildinin 201. sayfasında bu konu ile ilgili olan bölümden bazı aktarmalar yapıyorum:
"Aişe: Babası Ebu Bekir b. Ebu Kuhafe. (...) Bisetin 4. yılında (614-O  Esnada Peygamber 43 yaşında ) Mekke'de doğdu.
Onun daha önce doğduğunu ve dolayısıyla Hz. Peygamber ile evlendiğinde 14 ile 18 yaşlarında olduğunu ileri süren bazı çağdaş araştırmacıların (Bak. Süleyman Nedevi, V, 12-15; Akkad, s.39, 59-60) dayandıkları rivayetler sağlam değildir. (...)
Hz Peygamber ile nikahı Hicret'ten önce Mekke'de kıyılmıştır. (...) Hicret'in 2. yılı Şevval ayında (Nisan 624) Hz. Peygamber ile evlendi. Düğün tarihini Hicret'in birinci yılı Şevval ayı (Nisan 623) kabul edenler de vardır.

18 yaşında dul kalan Hz Aişe, Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kuran hükmüne uyarak bir daha evlenmedi."

İşte, Diyanet İşleri gibi resmi bir din kurumunun yayımladığı bilimsel bir eser de benim yazdıklarımı aynen tekrar ediyor. Aişe, Hz Peygamber'le evlendiğinde en fazla 10 yaşındadır. 


Ama şunu da eklemek gerekir ki o dönemlerde (3) yaşından itibaren fahişelik için yetiştirilen kız ve erkek çocukları da vardır.Özellikle,Sami toplumlarında bu çık yaygındır.Hindistan ve cıvar ülkelerinde bu tür sapıklıklar yaygındır.Çocuklarla yapılan fuhuş alemleri meşhur olduğu için seks turizmleri bölge ülkelerinin önemli gelir kaynakları arasında yer alır.
 Hz.Peygamber, kızların evlenme yaşını (9) a çıkararak adeta devrim yapmakla  bunları da yasaklamış olmuştur.Hiç olmazsa vücudu kısmen bazı yükleri taşıyabilecek hale gelmiş olduğundan bu çocukların da yaşama şansını arttırmıştır.

Yeni çoğalan bir inanç grubu olarak nüfuslarını kısa zamanda çoğaltmak için de Erkek evlenme yaşını da 12 olarak tespit etmişlerdir.
Hz.Muhammed, o zamana kadar yaygın olan sapıklıkların yaş sınırını biraz düzene çektiyse,1400 yıl sonraki Laik Türk devleti ve çağdaş dünya milletleri bu sınırı 18'e çıkarmışken,zamanımızın İslam kuşağının da bunu koruması gerekmez mi?


İslam sübyancı mı kalacaktır.Her şey yazıldığı gibi olmak durumunda ise Osmanlının hırsızlık hakkında el kesme yerine fidyeyi getirmesiyle dinden çıkılmış mı olunuyordu?Yoksa dine insani bir nitelik mi kazandırılmış oluyordu?Tabii ki insani bir nitelik kazandırılıyordu.
Ama bazı sapıklar atlarının sapık yollarında yürümekte toplumu arabesk kültüründe tutmaya da kararlı görünmektedirler.İşte;

1979 İran İslam Devriminin ilk yaptığı yasal icraatlardan bir de kızların ergenlik yaşını "(9) dokuz  evlenme yaşını da (12) "On iki" olarak tespit etmesi olmuştur.Hiç olmazsa üç yaş eklemiş yani:))
İslam Hukuku İran Devrimi ile çocuklar konusunda de bir şey kazanılmamıştır.


İslam toplumları hep "Yerinde sayan salaklar topluluğu" mu olacaktır?  Tabii ki olmayacaktır.
Oysa bu gün böyle şeyler yaygın olarak terk edilmişken yaşı 80'e gelmiş her gün, gazetesinden ve televizyon ekranlarından millete dini çözümler öneren,talkınlar veren bu adamın yaptığı ise tam bir sapıklıktır,utanmazlıktır,rezilliktir.
İşte bu insanlara neden gerici denildiğini bilmeyenler anlasınlar.Bu insanlar bu olayı tek bir satırla bile yayın organlarında eleştirmediler.
"İyi veya kötü " demediler.
Peki "İslamcılık" sübyancılık mıdır?

Küçük çocuk istismarcılığımıdır?
Çağdaş kültür düzeyimizi böyle mi göstereceğiz?

Tepki göstermeyen yandaşları da bu inanca sahip olduklarına göre, onların da böyle cinsel sapmalar içinde bocaladıklarına sübyan evlilikleri hasreti çektiklerine bu olay ciddi işaretmidir acaba?
Hüseyin ÜZMEZ açık vereni, ya bilmediklerimiz neler yapmaktadırlar acaba?

Son yıllarda yine bazı eski yeşilçam jigoloları ve malum hatunlarının tarikatlar içine doldurularak cahil gençlerin artist hayranlığını tarikatlara çekmek yanında başka ne tür cinsel alemler düzenlenmektedir bu tarikatların gizli yaşamlarında diye düşünmeden insan edemiyor.Çünkü yaptıkları ortada olunca insanın aklına olumlu bir şey de gelemiyor ki.
Çünkü İslamı akıl,bilim yerine 7. ve 8. yüzyıl şartlarına göre hazırlanmış "Şeriat "yorumuna göre anlamaktaki ısrarcılıklarının ardında da bu tür şeyler var demek ki?
Acaba kurmaya çalıştıkları ABD -AB destekli "Ilımlı İslamlar"nın temeli böyle şeylere mi dayanmaktadır?
Televizyon programlarında kimliklerinin altına "İslamcı Yazar" etiketini yazdıran bu kişiye artık bir sıfat daha eklemek gerekmektedir.

"İslamcı Sübyancı (*) Yazar"
Yiğit namıyla anılır derler ya!

Keykubat
(*)Sübyancı: Arapça Sübyan "küçük yaşta çocuk" demektir."Sübyancılık" ise küçük yaşta kız ve erkek çocukları ile cinsel ilişkiye girme alışkanlığının ifade eden bir sapıklık terimidir.
Bunların "Nur" cemaatlerinin eğittiği öğrenciler için belirli yerlerde yaz kampları da vardır.Buralarda haşema denilen beyaz Amerikan bezinden giyilen paçaları ayak topuğuna kadar uzanan donları vardır.İçlerine de ayrı bir don da giymez bu şekilde denize girerler.Bu kamplarda her türlü sübyancılığın yaygın olduğu söylenir.İçlerinden bir çoğu bu yüzden kendi çocuklarını bu kamplara göndermezler.Ama maddi çıkarları yüzünden de tarikatı terk edemezler.


2009-01-23 17:43:08 - buyurun bu gunun arap zihniyeti referansida vermis
Yorum yazarı:
Bu da bizden. Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk
1 yaşındaki kızla da evlenilir!

Suudi evlilik yöneticisinin verdiği fetva insanın kanını donduracak cinsten. Suudi evlilik uzmanı Dr. Ahmad Al-Mub'i kendi görüşlerine referans olarak da Hz. Muhammed'in hayatını örnek gösterdi. Vahhabi imam, Hz. Muhammed'in Hz. Ayşe ile 6 yaşında evlendiğini, 9 yaşında cinsel ilişkiye girdiğini savundu. İmamın bu sözleri karşısında programı sunan sunucu bile şaşkınlığını saklayamadı.

1 YAŞINDAKİ KIZLA DA EVLİLİK YAPILABİLİR

Suudi evlilik yöneticisi Dr. Ahmad Al-Mub'i'nin insanın kanını donduran fetvaları şöyle:

"Evlilik iki şeyden ibarettir: İlki aralarında kontrat olması. Bu evliliğin ilk şartıdır. İkincisi ise karınızla seks yapmanızdır. Evliliğe girmek için minimum bir yaş yoktur. Bir yaşındaki bir kızla bile evliliğe girebilirsin. 7-8-9 yaşındaki kızlardan bahsemetmeye bile gerek yok. Bu bir rıza anlaşmasıdır. Veli genelde baba olmalıdır. Çünkü baba kararı zorunludur. Böylelikle kız, kadın olmuş olur.

Ama kız seks için hazır mıdır, ilk seferinde ilişkiye girmenin doğru yaşı nedir?
Bu çevre ve geleneklere bağlı olmak üzere değişir.

Yemen'deki kızlar 9-10-11 yada 13 yaşında evlenirken diğer ülkelerde 16 olabilmektedir. Bazı ülkerde kızların 18 yaşına gelmeden ilişkiye girmeleri kanunla yasaklanmıştır."

"HZ. MUHAMMED BİZİM MODELİMİZ"

Suudi yetkili insan aklının kabul etmesi mümkün olmayan bu tezlerini sıralarken, bir de çekinmeden Hz. Muhammed'i referans gösteriyor.

"Hz. Muhammed izlediğimiz bir modeldir. Hz. Ayşe'yi 6 yaşında kadını olarak aldı. Fakat 9 yaşında iken onunla ilişkiye girdi. Hz. Muhammed'i modelimiz olarak görüyoruz."

İLGİNÇ GEREKÇE

Suudi imam Dr. Ahmad Al-Mub'i, bu görüşlerini ise ilginç bir gerekçe ile açıklıyor. Al Mub'i "Eğer veli baba ise ve uygun bir ortamda evlenilmişse bu evlilik geçerlidir. İnsanlar kendilerini çeşitli koşullar altında bulabilmektedir. Örnek olarak; 2-3 hatta 4 kızı olan-ki hiç karısı olmasın- ve bir yolculuğa çıkmak zorunda kalsın. Kızını böyle bir durumda evlendirse iyi değil mi? Onu koruyacak ve destekleyecek ve uygun bir yaşa geldiğinde onunla ilişkiye girecek. Bütün erkeklerin azılı kurtlar olduğunu kim söylüyor?" diyerek, sözlerine kendince mantıklı bir açıklama da getiriyor.

Yazarın Cevabı;

Adını her hangi bir şekilde yazmayı unutan,ama düşşüncelerini paylaşan kardeşime teşekkür ederim.

İnsanlar bir sürü saçmalıklara asırlardır inandırılarak aptallaştırılıp,hayvanlaştırıldılar,köle edildiler.
Bu yazdığınız örnek de bunun en açık delilidir.
Hicaz Arabı olmayan Arabistan vatandaşlarına da "Mevali" diyen,köle muamelesi yapan,"Araplarla evlenip soylarını karıştırmayın ey mevaliler" diyen bir anlayışı kutsamak,onu din diye yüceltmek ancak cehaletin eseri olabilir.

İnsanlar,kendilerine verdikleri değerle inançları arasında gerçekçi bir kıyaslama yapmak zorundadırlar.
Yoksa böyle rezilliklerle suçlanıp,haçlı seferlerine daha çok maruz kalacaklardır.

Yalnız,artık "göğüs-göğüse savaşma" şansı yoktur.Teknoloji,bilim rüzgarı,karşı tarafı yükseltmektedir.

Köleci, ilkel, bizim AB'ye yamanma çabamız gibi "Yahudi'lere yamanmaya çalışan bir kavmin inançları asla Türk Milletine esin kaynağı olamaz.

İbrahim Suresi 4-"Her millete kendi dilinde peygamber gönderdik." Anlayana sivrisinek saz,anlamayana davul zurna bile az. “
Yukarıdaki ayetlerde “ergen olmayan” yani peygamberin Ayşe’yi kabul ettiği “9” Dokuz yaş altında olanların durumları belirlenmiştir.

Gerek Hüseyin Üzmez olayı gerekse Ahmet El Mubi’nin açıklamalarının ve Ayetullah Humeyni’nin yasalarının ne Kur’an ne da İslâm ile alakası yoktur. Peygamberin kavmi “Tapınak Fahişeliği Kültünü” barındıran Mecüsi inanca sahip bir halktı., Küçük yaşta çocuklardan ailelerinin ilk doğanları tapınaklara rahibe olmak üzere adanırdı. Ali İmran’ın kızı Meryem da böyle adanmış bir rahibedir. Yukarıda bunun ayetlerini verdik. Öteki kız çocuklar, hırsızlık, fuhuş işlerinde kullanılabildikleri gibi, soylu Hicaz melezleri böyle gelire ihtiyaçları olmadığından kız çocuklarını diri diri kuma gömerlerdi. Tekvir Suresi bunu çok güzel dile getirmektedir. 


Peygamber zamanına göre yapabileceklerini yapabilmiştir. Yapamadıklarının en başında Kâbenin paş putu olan Allah adının kaldırılmasıdır. Peygamberin kavmi “Allah adından vaz geçmemiştir. Kur’an’da “Er Rahman Suresi” vardır ama “El Ellah (Allah) Suresi yoktur. Nisa Suresi 62. Ayet; “İster Allah deyin ister Rahman, en güzel adlar onundur” diyerek bu zafiyeti dile getirmektedir. Peygamberlerin de yapmak işteyip başarmadıkları çok işleri vardır. Binlerce yıllık dinlerini bir anda kökten değiştirtmek kolay değildir. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam Sabi kökenlidir. O din de Sümer, Babil, Pers, Mısır, Hint köklere sahiptir. Yahudiler binlerce yıl içinde dünyanın her yerine göç ettiler ve ettirildiler, sürüldüler. Gittikleri yerlerdeki toplumların eski, batıl inançlarını da benimsediler.

Yahudi olmayan Kırım Tatarları gibi Yahudiliği benimseyen Irak, İran, Anadolu coğrafyasında bir çok kavim vardır. Yahudiler de Tevrat ayetlerinde okuduğunuz gibi, idarelerine girdikleri devletlerin dinlerini benimsemişlerdir. Tekrar geri dönüş kolay iş midir ki? Bu yüzden kendilerine Yahudi diyen bir çok sapık Yahudi Tarikat inançları doğmuştur.
Bu sapık yaşam şekilleri “Tarikat” adı altında kendini gizlemiş, 20. Yüzyılda emperyalizm ile işbirlikçiliklerinin mükafatı olarak devletlerin başlarına getirilmeleriyle güç sahibi olmuşlardır.
Şimdi, bu sapıklıkları “İslam” adı altında insanımıza yedirmeye, hazmettirmeye gayret etmektedirler.
Ancak, bu “ebediyen” böyle mi olmalıdır. Muhammed zamanında Humeyni’nin iğrenç yasaları da Zerdüşlüğün, Mecüsiliğin ve Sabiliğin gereği olarak uygulanmaktaydı ve Muhammed bunu o zamanın şartlarında “9” Dokuz’a çıkartmıştır. Muhammed’den bu güne tam 1380 yıl geçmiştir. Kıyamete kadar da böyle mi gitmelidir?

Başbakan beygir gibi olmuş kızı Sümeyye’yi hala neden yanında gezdirmektedir?
Yoksa hükümet üyeleri, vatandaşa layık gördükleri yaşam tarzından kendilerini soyutlamakta mıdırlar?
Bu inanışlara bir şekilde girmiş, bulaşmış olan bir Müslüman “sağlığında” TÖVBE etmelidir. Ölüm döşeğinde Tövbenin de “kabul edilmeyeceğini” aşağıdaki Kur’an ayeti bizlere söylemektedir;

Tövbe;
Nisa Suresi 4:18. “Yoksa, kötülükleri yapıp yapıp da her birine ölüm geldiğinde, "iste şimdi tövbe ettim" diyenler için tövbe yoktur. Küfre batmış olarak ölenlere de tövbe yoktur. Böylelerine biz korkunç bir azap hazırladık.”

Dini çıkarlarına alet eden SİYASETÇİLERE
4:49.”Bakmaz mısın, su benliklerini ak-berrak gösterip duranlara! Hayır! İş, sandıkları gibi değil. Ancak Allah, dilediğini temizleyip aklar. Ve bir hurma lifi kadar zulme uğratılmazlar.”

DİNLERARASI DİYALOGCULARA

4:144. “Ey iman sahipleri! Müminleri bırakıp da küfre sapanları dostlar edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah'a açık bir kanıt mı vermek istiyorsunuz?”
4:145. “Su da bir gerçek ki ikiyüzlüler, ateşin en alt katındadırlar. Onlar için bir yardımcı asla bulamayacaksın.”
4:150. “Onlar ki Allah'ı ve O'nun resullerini inkâr ederler, Allah'la O'nun resulleri arasını açmak isterler de "bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz" derler; böylece imanla inkâr arasında bir yol tutmak isterler.”
4:151. “İşte bunlar gerçek kâfirlerdir. Ve biz, kâfirler için yere batırıcı bir azap hazırladık.”
Müslüman iseniz tövbe ediniz ve bunlardan uzak durunuz.
Değilseniz bunlar çağ dışı ve geçmişte de sapıklık olarak lanetlenmiş inanışların günümüzde hortlatılmasıdır.
Roma İmparatorluğu bile, sapık Sabi inançlarından halkını kurtarmak için Serapis, Hermetizm ve Hıristiyanlık dinlerini üretti ve 2000 yıl insanlık bu inkâr yüzünden “dünyanın düz olduğuna”  ve bütün yıldızların dünyanın etrafında döndüğüne inandırıldı.
Bilim eski dinlerdeki gök yüzü gerçeğini kabul etti diye antik çağ sapık inançlarına dönemiz gerektiğini kimse bize söyleyemez!
Dünya malına fazla tamah etmeyiniz. Güç elde etmek için cinlere, şeytanlara, sapık büyücülere başvurup yardım dilenmeyiniz. Kazancınızla idare edip adaletten ayrılmayınız. Sapıtanları da uyarınız veya onlardan uzak durunuz!

İnsan olarak bütün yaşamımız, bir süre toprağın üzerinde gezinmek ve sonunda toprağa karışmak üzerine kuruludur.
Sizin ömrünüzü verdiğiniz, sayısız haksızlıklara, adaletsizliklere baş vurarak elde ettiğiniz zenginliğinizi çocuklarınız bir anda kumar masasında veya bir kadına bir anlık ilişki uğruna devredebilirler veya kaptırabilirler!
Sapık inançlardan, zevke, safahata, zenginliğe ve cinselliğe düşkünlükten uzak durunuz!
Cinselliğin olduğu kadar günlük yaşamınızdaki ilişkilerinizde de doğal olanı ve herkesçe kabul gören kurallara bağlı kalınız!

Sapık arzularınızı gerçekleştirmek uğruna ne insanların ne de hayvanların kanlarına girmeyiniz!
Türk Kara Han yaratılış destanında, tanrı Karahan, topraktan yarattığı insane ruh almak için, insanı tüysüz ve kanatlı olan vahşi bir köpeğe emanet eder. Şeytan Karahan gelince kovmasını söyler. Ancak Karahan gider gitmez gelen şeytan Erlik Han, köpeği “altın sarısı tüyler vereceğine” ikna ederek kandırır. O da “sadece bakmasına izin verir.” Bu fırsattan yararlanan şeytan insanın üstüne tükürür. Bu tükürüğünden kopek dökülen pis tüylere kavuşur. İnsanda da bunlar çıkar. Karahan döndüğünde durumu anlar, köpeği de insanı da bu yüzden yanında göklere götürmez.

Şu da bir gerçektir ki, yeryüzünde insan ile ölüme giden tek hayvan köpektir. Sonra At ortaya çıkmıştır, savaşlarda bu hayvan da sadakatini göstermiştir. Bu iki hayvandan başka insana değer veren hayvan yoktur. Halen yediğimiz etlerin, içtiğimi sütlerin, giydiğimiz yünlülerin bize ulaşması için kırlarda hayvanları çobandan çok koruyan köpeklerdir. Köy yerlerde köpekler halen evlerin değişmez bekçileridir. Şehirlerde de öyledir.
Köpekleri “Peygamber Muhammet uzak durunuz!” Dedi diye öldüren, diri diri yakan Sabi Nurculardan da uzak durunuz! Hayvanlar eko dengenin değişmez parçalarıdır. Hayvan düşmanı, “insanlığın düşmanıdır!”
 “Kertenkele tanrılarına kurban sunmak için iki dünya savaşı çıkartan Sabi kökenli din olan ve onları başımıza getiren Mason küresel sermayesinden de uzak durunuz!
Kendiniz için yaşamayı da asla ihmal etmeyiniz, çünkü zamanı asla bir saniye bile geri alamazsınız!
Geminizi limana yanaştırmak uğruna yolcularınızı veya mallarını denize atarak onları mağdur etmeyiniz ve adaletten ayrılmayınız!

Azgın denizde geminizin yelkenini rüzgâra göre ayarlarsanız, rüzgâr sizi mağdur edecek beklemediğiniz maceraları yaşayabileceğiniz başka yerlere götürebilir. Bu mağduriyeti yaşmamak, yolcularınızı da korumak için yelkenleri indirip küreklere asılmak daha akıllıcadır.

Kimsenin tabiatla sözleşmesi yoktur!
Ölüm heran kapınızı çalabilir!
Onurlu bir yaşamı asla hırslarınıza kurban ederek onursuz bir yaşamla değiştirmeyiniz. Onursuzluk  ömrünüz boyunca ve çocuklarınızın da yaşamlarını etkileyecek ebedi ıstırap kaynağıdır. Belki çocuklarınız sizin şerefsizliğinizle elde edip onlara bıraktıklarınızı istemeyebilirler.
Yaşı doksana geldiğinde, yurdunu aramak için Mısır tahtını bırakıp kayıplara karışmış Bars Bey gibi yaşam önderlerini hatırınızdan çıkarmayınız! Nice sultanlar, bilgeler vardır ki kendilerine sunulan zenginlikleri ellerinin tersiyle itmişlerdir.
Büyük İskender’e “Gölge etme başka ihsan istemem” Diyebilen, Sinop’lu Romen Diyojen ömrünü bir fıçı içinde geçirmiş çilekeştir. Tek sahip olduğu örtünmek ve barınmak için kullandığı fıçısı ile elindeki su tasıydı.
Bir gün bir çocuğun eliyle çeşmeden su içtiğini görünce “Buna da gerek yokmuş!” Deyip ondan da kurtulmuştur.
İlle de çileci Romen Diyojen olun demedik ama bu örnekler, insanlara “zevk ve zenginlik” düşkünlüğü olmadan da yaşanabileceğini göstermektedir.
Yukarıda peygamberin, halifenin ve sahabelerin yaşamlarından da örnekler verdik. Çilekeşlik iyi değildir ama bütünüyle de kötü değildir.

Bu tarz yaşamdan “eşcinsellik, kendine acı vererek eziyet etmek, nefsini aşırı aşağılamak” gibi bozuklukları çıkardığınızda, karşınıza, kanaatkâr, azla yetinen, tabiatı ve adaleti koruyan, nefsi terbiye etmeyi öğreten güzel değerler kalır. Her insan belirli bir zaman inzivaya çekilmedikçe güzel eserler veremez! Çilekeşliğin parçası olan “inzivaya çekilmek ve istişareye yatmak” insanın kendisini tanıması, düşüncelerini dış etkilerden uzak ortamda tarafsızlaştırabilmesi için gereklidir.
Her şey zevk ve zenginlik değildir.

Hayvanların sosyal güvenceleri, emeklilik kurumları mı var?
Yok, ama bir şekilde yaşamlarını sürdürerek bizlere eşlik ediyorlar!
Aklı ve bilimi zalim siyasetçiye devlet adamına köle etmeyiniz!
Zalim, adaletsiz devlet adamlarının ardında yürüyenler bilim adamı değil, bilim, adalet, inanç istismarcılarıdır. Onlardan olmayınız!
Görüp göreceğiniz her şey tecrübe ettiğiniz şu anki yaşamınızdır.
Barış, akıl, bilim, doğruluk ve adalet hepimizle olsun!

Alaeddin YAVUZ.


Adnan hoca şöhretini muhafaza ediyor! Seyrediniz!


Din ile Kandıranlar! (Adnan Hoca'nın Motorları)
Bunlar yenileri!




Adnan Hocanın Motorları

Cübbeli Ahmet bunları açığa çıkardığı için tutuklandı;


Hindistan'da "Tapınak Fahişeliği elan sürmektedir.
Bu çocuk fahişelere "Dalit Kızlar" da denilmektedir.
Hint Tapınakları, zengin sapıklara "çocuk fahişe" 
temin eden "dini genelevlere" dönüşmüştür.
Eski çağlarda "ilk doğan kız ver erkek çocukların" adandığı
gelenek uygulanan yasalarla kısmen engellenmiş ve
"bakamayacak kadar çocuk yapan aileler"
fazla olanları tapınaklara bağışlamaktadırlar


Tanrının/Dev Cinin/Devin Eşleri (Devedasi) - Kutsal Fahişeler